Bir nehir akar Peşte ile Buda arasında adı Tuna. Macarlar Duna diyor adına…
Buda eski, Peşte yeni ve modern yüzünün adı şehrin. Budapeşte; eski ve yeninin muhteşem birleşimi olmuş Macaristan’da.
Bir haftalık ziyaretimizden aklımda kalanları aktarmalıyım. İlk gün, uçak akşam vardığından; binaların mimari yapısı ve şehre hakim koyu gri renk dışında pek bir şey algılayamamıştım şehirle ilgili. İnanılmaz bir sis kaplamıştı etrafı. Havaalanından kalacağımız yere giderken köprüden geçtiğimiz halde Tuna’yı görmek imkansızdı. Ama o sis ve gecenin karanlığında Tuna’nın üzerindeki Özgürlük Köprüsü’nden yürüyerek geçtikten sonra, Gellert adında bir şatonun önünden geçtik ki bina beni büyüledi. Belki adından belki de sistendi bilemiyorum. Eski çağlardan fırlamış bir hali vardı… Bu muhteşem görkemli Gellert: Zengin turistlerin ve iş adamlarının uğrak yeri olan birinci sınıf bir otel, kaplıca ve spaymış(Spa: Şifalı sular ile yapılan bakım).
O gece eşyalarımızı eve attıktan sonra yürüyüşe ve etrafı görmeye çıktık. Daha ilk akşamdan Budapeşte sokaklarını arşınlamak ve her şeyi bir an önce görmek, öğrenmek istiyordum ancak yeri göğü kaplayan sis izin vermiyordu. Tuna’yı yine bir köprü vasıtası ile yürüyerek aşıyorduk ama nehirde tek bir şey görünmüyordu. Yalnız yürüsem kesin korkardım diye geçiyordu içimden. Gerilim filmi çekmek için çok uygun bir yerdi.
Ertesi gün sis kalkmış, görüş alanımız açılmıştı: Kahramanlar Meydanı ve Buda Kalesi’ni gezdik. Hava buz gibi olmasına rağmen bir pakın arkasında yerlerdeki kimi noktalardan buhar çıkıyor duman fışkırıyordu. Bu neymiş demeye kalmadan yüksekçe bir duvarın aralıklarından bizim hamamlara benzeyen kocaman bir açık havuz gördük. Demek o buhar ve duman da termal suyun soğuk havayla karşılaşmasıymış. Termal kaplıca ve havuzlarla doluymuş şehir. İçeri girmedik ama duvardaki aralıklardan havuzu görebilmiştik, buz gibi havada açık havuza giriyordu insanlar.
Yorulmak bilmeden tüm tepelere çıktık, bunlardan birinin adı da yine Gellert Tepesi. Köprülerle dolu şehir tepelerden baktıkça İstanbul’u andırıyor: kiliseler, katedraller, ışıklı köprüler el dokuması bir halı gibi uzanıyordu. Avrupa’nın ortasında geceleri ışıl ışıl parlayan, güzeller güzeli bir şehirdi…
Ancak bu güzelliğin arkasında yaklaşık 20 bin insan gecelere çatısısız giriyor, çatısız uyanıyordu gündüzlere… Neden mi? Fabrikaları kapanmış ve sistem gereği tek bir şey yapmak üzerinde uzmanlaşmış olan bu insanlara yeni maharetler öğretilememiş geçen yıllarda. Onlar da yeni işlerin ucundan tutamamış, düşmüşler sokaklara… Yaklaşık 10 bin insan barınaklara toplanmış ama bir çokları çatısız kalmayı tercih etmiş. Kimi, barınaklarda yeterli yer olmadığından kimi de tanımadığı bir kalabalıkla birlikte yaşamaktansa tek başına olmayı yeğlediğinden, sokaklardaki köşe başları, merdiven altları, üstleri ve metro geçişleri hep evsizlerle dolu. İnsan donmamalarına şaşırıyor diyordum döndüğümde ama kara iklimini küresel ısınmayla birlikte artık daha da kara yaşayan Macaristan, soğuktan donan evsizlerini mecburen teslim ediyor ölüme. Hayatta kalmayı başaran evsizler de ne yapsınlar şarap içip ısınıyor ya da verediyorlar Palinka’yı. Ama en azından kimseye zarar vermiyorlar.
Devami: >>>
Foto: nol.hu