Ormanlar, kırlar hâlâ kalın bir kar tabakası altındaymış. Ama artık
giderek ısınan güneş, karların altındaki minik çimen sürgünlerinin
kıpırdanmalarına neden oluyormuş. Derin uykularından uyanan narin
çimenler minik bedenlerini harekete geçirmeye çalışıyorlarmış. “Pısst,
uyuyor musun daha?” demiş çimenciklerden biri yanındaki arkadaşına.
Evet, henüz uyuyormuş o. Yalnızca o değil, karların altında kış
uykusunda yatan öteki çimenlerin hepsi hâlâ derin bir sessizlik
içindeymiş. Ama erken uyanan minik çimenin seslenmesiyle, yanındaki
çimencik de uyanmış. Tam da güzel bir rüya görüyormuş o sırada.
Rüyasında sıcak güneşin altında gökyüzüne doğru uzanıyormuş. Sabah
serinliğinin minik bedeni üzerinde bıraktığı su damlacıklarının tadını
çıkarıyormuş. Bu yüzden de uyandığında bir gülümsemeyle çevresine
bakınmış. “Niye gülümsüyorsun?” diye sormuş komşusu. “Rüzgâr bizi
çağırıyor, öyle değil mi?” “Ne rüzgârı?” demiş öteki. ”Henüz ılık bahar
rüzgârı falan yok ortada. Karların altındayız.” “Karların altında
mıyız?” diye şaşırmış uykudan uyanan çimencik. “Bense bahar çoktan geldi
sandım. Off, ne zaman kalkacak üzerimizden bu kar tabakası?” Bitmez
tükenmez kışı düşününce yeninden kederlenmiş. Yattığı yerde birazcık
dönmeye çalışmış. “Uyuyalım bari. Madem daha kış sürüyor, yeniden
uyumayı deneyelim. Belki yine rüya görürüz.” “Hayır, hayır. Uyumayalım,”
demiş arkadaşı. “Ben çoktan uyandım. Bence dışarısı artık iyice ısındı.
Gel yukarıya çıkalım, karların üzerinde ne var bakalım.” “Deli misin
sen? Nasıl çıkarız karların üzerine? İstesek de yapamayız. Biz minik
çimenleriz, karların arasından yukarı çıkamaya gücümüz yetmez.”
Çimenciğin bu yakınmaları işe yaramamış. Arkadaşı kararlıymış. “Evet,
gerçekten çıkamayız, dediğin doğru. Ama bunun bir çaresi de olmalı. Onu
bulmalıyız. Madem kışın bitmesini diliyoruz, madem yukarıda artık
havanın ısınıp ısınmadığını merak ediyoruz, o zaman biz yapamasak bile
bunu yapacak birilerini bulmalıyız.” “Ama nasıl?” Arkadaşı bir süre
yanıt vermemiş. Sonra anısızın “Buldum!” diye bağırmış. Zaten kısacık
olan bedenini toprağa doğru iyice yatırmaya çalışmış. Elinden gelse
boylu boyunca toprağa uzanacakmış. “Onları uyandıracağım. Toprağın
altında baharı bekleyen, ama bir türlü uyanamayan arkadaşlarımıza haber
vereceğim.” “Sen küçücüksün, onları nasıl uyandıracaksın?” diye sormuş
kuşkucu minik çimen. Ama arkadaşının onun sözlerine kulak asmadığı
belliymiş. “Olsun, hiç olmazsa denerim.” Bunu söyledikten sonra da minik
gövdesiyle toprağa vurmaya başlamış. Durmadan, ara vermeden pıt pıt pıt
vuruyormuş yere. Gerçekten çok ses çıkmıyormuş bu vuruşlardan, ama
kalın kar tabakasının yarattığı derin sessizlikte en küçük kıpırtılar
bile yankılanarak uzaklara ulaşabiliyormuş. Biraz sonra toprağın
altından sesler duyulmaya başlamış. Bu sesler minik çimenin azmini daha
da güçlendirmiş. Daha kararlı bir biçimde vuruyormuş toprağa. Hatta
artık tıklamanın da ötesinde ağzını toprağa yakınlaştırıp seslenmeye de
başlamış: “Günaydıııııınnnn! Artık uyanıııııınnnnn!” Toprağın hemen
altında, filizlerinin arasında uyuyan kardelen yavaşça gözlerini açıp
kıpırdanmış. “Neler oluyor? Kim vuruyor toprağa?” “Ben minik çimenim
dostum, uyan artık.” “Minik çimen mi? Sen uyandın mı?” “Elbette dostum.
Uyan artık, uyku zamanı geçti.” “Sen uyandıysan ben çok bile uyumuşum
demektir,” demiş kardelen ve minik başını toprağın üzerine doğru
uzatmaya başlamış. Zaten başını kaldırır kaldırmaz sabırsızlıkla kendini
bekleyen minik çimenlerle karşılaşmış. Özlemle kucaklaşmışlar. Nemli
topraktan başını çıkarması kolaymış. Ama üzerlerini kalın bir yorgan
gibi kaplayan kar tabakasını nasıl delecek, yeryüzüne nasıl çıkacakmış?
“Biliyorum sen cesur bir kardelensin,” demiş minik çimen. “Bizlerin,
artık uyanan tüm bitkilerin de tek umudusun. Bunu başarabilirsin!
Yapacağın tek şey yılmadan gökyüzüne doğru yükselmek. Bu kar tabakasının
artık çok kalın olduğunu sanmıyorum. Yukarıdaki güneşi
hissedebiliyorum. Artık bizim zamanımız geliyor. İlkbahar geliyor, inan
bana. Çıkıp bakman gerek. İlkbahar güneşinin gökyüzündeki yerini alıp
almadığını öğrenmemiz gerek… Bunu da bir tek sen yapabilirsin.” Kardelen
fazla nazlanmamış. Derin bir nefes almış ve küçük vücudunu yukarıya
doğru yükseltmeye başlamış. Gerçekten de hiç zor olmamış. Kısa bir süre
sonra kardelen birden başının kar tabakasının üzerine çıktığını fark
edivermiş. “Ne kadar güneşli burası,” diye seslenmiş çimenciklere.
“Gökyüzü ne kadar mavi.” Kardelenin sevinç çığlıklarını duyan yalnızca
küçük çimenler değilmiş. Gökyüzünde bahar sıcağını çevresine yaymaya
çalışan güneş de duymuş. Bu sevinç çığlıkları, artık kışın bittiğini,
yeşil bitkilerin, renk renk çiçeklerin boy vereceği günlerin geldiğini
de müjdeliyormuş. Güneş sesini duyduğu beyaz çiçekli minik kardelene
gülümsemiş. Güneş gülümseyince hava da ısınır, öyle değil mi? İşte
kardelenin çevresindeki karlar bu yüzden hızla erimeye başlamış. Kısa
bir süre sonra, erken uyanan iki küçük çimen kendilerini güneşin altında
buluvermişler. Gökyüzündeki güneş onlara gülümsüyormuş. Kardelen de
bembeyaz çiçeğiyle güneşi selamlıyormuş. Herkesin özlemle beklediği
bahar işte böyle gelmiş…
Çeviren: Tarık Demirkan
Hazırlayan: Tarık Demirkan
Resimleyen: Feridun Oral
Yapı Kredi Yayınları