İstanbul’un filmlerdeki 1001 yüzü

Zordur kısa film. Eğer parlak bir fikir yoksa içinde, “Anlatacak çok şeyim vardı ama yerim dardı” duygusu bırakır izleyende. Kendi sınırları, başı sonu, sözü olan bir film izlediğini hissedemezsin. Ama gerçekten bir fikirle yola çıkılmışsa da, tadına doyulmaz bir şey çıkabilir ortaya.
Işıl Özgentürk Film Atölyesi’nin ‘Dürbünümde 1001 İstanbul’ projesinin sonuçlarını izlemeye bu düşüncelerle ve biraz kuşkuyla oturdum doğrusu. Ve içim açılarak, yüzüm gülerek kalktım.
Önce biraz atölyeden söz edelim: Yedi yıl önce Kadıköy Belediyesi bünyesinde ‘Herkes film yapabilir’ sloganıyla yola çıkmış atölye. Çeşitli mesleklerden, çoğu kamerayı ilk kez eline alan 40 kişinin birlikteliğinden Nazım Hikmet’in 100’üncü doğum yılına armağan 33 film çıkmış ortaya.
Sonraki yıl, aralarına katılan yeni öğrencilerle birlikte savaş ve terörü almışlar vizörlerine. Muhtelif festivallerde gösterilecek yedi adet, savaş ve terör karşıtı film yapmışlar.
Çalışmalar birbirini izlemiş ve nihayet gelinmiş 2009 yılına… Bu yılın projesi, 2010 Avrupa Başkenti İstanbul için çekilecek 10 kısa film olmuş. Işıl Özgentürk Film Atölyesi proje sınıfı öğrencileri oturup ‘kendi İstanbulları’nı anlatan 10 senaryo yazmış. Ve atölye öğrencilerine, aralarında Almanya ve Macaristan’dan gelmiş iki yönetmenin de olduğu profesyonel kadro da katılınca başlamış ‘Dürbünümde 1001 İstanbul’un macerası.

Sinemanın mucizesi
Kendi izleme macerama gelince, toplamı bir buçuk saat süren 10 kısa filmin her birini ayrı bir duyguyla, merakla, ilgiyle izledim. Birkaçı derin izler bıraktı üzerimde, kısacık bir sürede bu kadar çok şey anlatılabilmesinin sahiden sinemanın mucizesi olduğuna inandım bir kez daha.
Filmler, İstanbul manzarası önünde bir akordeoncunun ‘Yemenimde Hare Var’ı çalarak yola çıkıp çeşitli şarkılar eşliğinde şehri tavaf ettikten sonra yine aynı noktada kayboluşuyla başlıyor. Çok çarpıcı bir abi – kardeş hikayesiyle devam ediyor. Erzurum’dan askere gitmek üzere gelen bir gençle ailesinin bilmediği bambaşka bir hayatı olan bir abisi…
Sonraki hikayelerde kâh otistik oğlunu arayan bir annenin gözüyle görüyoruz İstanbul’u, kâh Arkeoloji Müzesi’ndeki lahitlerinden kalkıp dört bir yana dağılan ‘Ağlayan Kadınlar’ın… Kayıkta torununa masallar anlatan sahaf dükkanı sahibi bir dedenin ya da Kapalıçarşı’daki bir kuyumcunun ilk aşkının izlerini taşıyan bir kolyenin peşinde geziyoruz sokak sokak.
Ve bu şehre dair benzersiz duygularla tamamlıyoruz yolculuğumuzu. Ben, özellikle bir Chaplin filmine dönüştürülmüş “Ah Ninem Vah Ninem”e (adı bu değilse bile senaristi sitede bu cümleyle anıyor filmini, ben de sevdim, kullandım) bayıldım.
Senaryo yazarı Çiğdem Karataş, Erzincan’dan İstanbul’a torununu ziyarete gelen ve genç kızın kendisini götürdüğü hiçbir yeri beğenmeyen bir büyükanneyi anlatmış. Filmi, yönetmen Handan İpekçi çekmiş ve de büyükanneyi Ayla Algan oynamış. Ben diyorum ki, televizyon yapımcıları görürlerse bu büyükannenin maceralarını anlatan bir dizi yapmak isteyebilirler pekala.

2010’un en anlamlı etkinliği
İsimlerini tek tek anıp tebrik etmek istediğim Alican Durbaş, Gabor Ferenczi, Julia Langhnof, Bilge Türkben, Bilge Sümer, Fatih Akbulut, Fatih Orbay, Sezgin Türk, Süreyya Sezgin, Vuslat Özdemirci, Handan İpekçi, Nazan Sungur, Sezen Kozluoğlu, Ayten Polat, Kamil Masaracı, Feyza Aktan, Candan Bayraktaroğlu, Betül Bozkurt, İhsan Sönmez, Füsun Bankoğlu, Binnur Eylül ve Çiğdem Karataş’ın ve de elbette Işıl Özgentürk’ün bu şahane projesinin en hoş yanlarından biri de, bu ay itibariyle semt semt dolaşıp İstanbullularla buluşacak olması.
İstanbul’un 39 ilçesinde 39 kahvehane seçilerek bu DVD gösterilecek ve izleyenlere filmlerin yapılış hikayesi anlatılacak. Sonra “Hadi” denecek, “Sen de dürbünündeki İstanbul’u anlat!” Belki gelecek yıl atölyeye yeni katılımcılar eklenecek bu gösterimler sonucunda. Daha da büyüyecek, herkesin film yapabileceğine inanan bu topluluk. Yeni hikayeler, yeni yüzler, yeni gözler katılacak perde aracılığıyla hayatımıza.
Ne yalan söyleyeyim, 2010 İstanbul kapsamındaki ‘etkinlikler’in en anlamlı ve etkililerinden biri, belki de ilki…