Mayıs 1944´te Macaristan Yahudilerinin Auschwitz´e nakillerine başlandı. Sadece sekiz hafta içinde 424 bin Yahudi sınır dışı edildi. Holokost´un sonunda 565 bin Macar Yahudi´si katledilmişti.
Macaristan’daki faşist unsurlar geniş bir halk desteğine sahipti ve Miklos Horty’nin diktatörlük hükümeti Nazi Almanya’sı ile ittifak yaptı. Antisemit yasalar yaşama geçirildi, 100 binden fazla Yahudi erkek zorunlu çalıştırılmak üzere seferber edildi ve burada yaklaşık 40 bin kişi hayatını kaybetti.
Macaristan müttefiklere karşı savaşa katıldığında Kamenetz-Podolsk’tan Polonya veya Sovyet vatandaşlığına sahip yaklaşık 20 bin Yahudi Almanlara teslim edildi ve öldürüldü. Ancak Macaristan’daki imha aşaması çok sonra, Mart 1944’teki Nazi işgalinden sonra başladı. Macaristan, o zamana kadar, Hitler’in Yahudileri teslim etme baskısına boyun eğmeyi reddetti. O sırada Macaristan’da, Slovakya, Romanya ve Yugoslavya’dan bölgelerin ilhak edilmesi sonucunda 800 binden fazla Yahudi yaşıyordu. Mayıs 1944’te Auschwitz’e sürgünler başladı. Sadece sekiz hafta içinde 424 bin kadar Yahudi Auschwitz-Birkenau’ya sürüldü. Ekim 1944’ten sonra Ok ve Haç Partisi iktidara geldi. Budapeşte’de binlerce Yahudi Tuna kıyılarında öldürüldü ve on binlerce kişi Avusturya sınırına doğru yüzlerce kilometre yürüdü. Toplamda yaklaşık 565 bin Macar Yahudi’si öldürüldü.
Tuna Nehri kıyısındaki ayakkabılar-trajedinin anısına…
Budapeşte’deki Tuna Nehri kıyısında, Macaristan Parlamento Binasının hemen yakınında, 1940’larda, insanların giydiği tipte altmış çift eski moda ayakkabı durur. Aralarında, kadın, erkek ve çocuk ayakkabısı var. Suyun kenarında, sanki sahipleri onları ayaklarından yeni çıkarmış ve orada bırakmış gibi, dağılmış ve terk edilmiş bir halde duruyorlar.
Daha yakından bakıldığı zaman ayakkabıların paslanmış demirden yapıldıkları göze çarpar. Bunlar 1944-1945 kışında Arrow Cross Partisi (Ok ve Haç) üyeleri tarafından, Tuna kıyılarında vurdukları Macar Yahudileri için yapılmış bir anıt olma niteliğini taşıyor. ‘Tuna Gezinti Yolundaki Ayakkabılar’ olarak bilinen anıt, film yönetmeni Can Togay tarafından tasarlandı, heykeltıraş Gyula Pauer ile birlikte yaratıldı. 2005 yılında Tuna Nehrinin Peşte kıyısında kuruldu. Anıtın üç ayrı yerinde, Macarca, İngilizce ve İbranice olarak okunan dökme demir tabelalarda: ‘Ok ve Haç milisleri tarafından vurularak nehre atılan kurbanların anısına’ yazar.
O yıl, sonbahar- kış aylarında, Almanlar Milos Horty hükümetini devirip Ferenc Szalasi’yi ve onun faşist, şiddet taraftarı, antisemit Ok ve Haç Partisi’ni iktidara getirdi. Bu partinin milisleri Budapeşte’de bir terör saltanatı yaratmıştı. Budapeşte sokaklarında alenen Yahudileri dövüyor, yağmalayıp öldürüyorlardı. Şehrin her yerinde binlerce Yahudi öldürüldü. Yahudileri Tuna Nehrine çekmek onlar için kolaydı. Nehrin kıyısına geldiklerinde, onlara ayakkabılarının bağlarını çıkarttırır, bu bağlarla, üçer üçer ayak bileklerinden bağlarlardı. Sonra ortadakini vururlardı. Ölen kişiyle birlikte ayakları bağlı olan diğer ikisi de nehre düşüp, dehşet içinde boğulurdu. Bu kişilerin içinde kadın, erkek ve çocuklar vardı. Hiç birinin gözleri bağlı değildi. Ölü beden kendi ağırlığıyla, yaşayan kurbanları da dibe çekerdi. Az bir bölümü bağlarından kurtulup yüzmeye çalışırsa, kıyıdan nişan alınarak vurulurdu. Ama Yahudilerin çoğu -özellikle çocuklar- su dondurucu olduğu için hemen ölmüştü. 1944-45 kışında yaşanan dehşet günlerinde Tuna Nehri ‘Yahudi Mezarlığı’ olarak biliniyordu.
Anıta geri dönecek olursak, şu soru akıllara gelir; onlar kimin ayakkabıları? Heykelde eksik olan insanlar kimlerdi? Ayrıca ayakkabıların her biri farklıdır. Bazılarının topukları aşınmış, bazılarının ise perişan bir duruşları var. Bazılarının bağcıkları var, bazılarının bantları açık bırakılmış. Bazıları klasik kadın iskarpinleri, diğerleri işçi botları, bazıları dümdüz ayakta dururken, diğerleri sanki aceleyle çıkarılmış gibi yana yatmış. Bir de çocukların minik ayakkabıları var. Bütün bu farklı ayakkabılar, nehir kıyısında öldürülen farklı Yahudileri temsil ediyor.
Bu anıtın samimiyeti çarpıcı ve dokunaklı. Ayakkabılar o kadar somut ki, onları giyen, ayakları şekillendiren, öldürülmeden önce çıkarmak zorunda kalan insanları hayal etmek çok kolay. Her ayakkabının bir kişiliği vardır, her birinde onu giyen ayağın izleri vardır. Eksik olan tek şey onların gerçek sahipleri. Ayakkabılar, sahiplerinin -yüzleri silinmiş olanların- çehrelerine benzetilerek onları istatistiklerden canlıya, nefes alan insanlara dönüştürüyor. Böyle bir enstalasyonda, her bir ayakkabı kendi başına bir sanat eseri. Heykeltıraş, ayakkabıyı alacak kişiyi hayal ettikten sonra, o kişinin onu nasıl giydiğini düşünmüş olmalıdır. Coşkuyla parmak uçlarında mı yürüyordu? Yoksa ayakları öne doğru fırlayarak mı yürüyordu? Her ayakkabı düşünüldü, her bir detay tasavvur edildi. Bu anıtı bu kadar samimi ve çarpıcı yapan şey, sahiplerinin bireyselliğini pekiştirmesi. Ayakkabılara bakarken onları ayaklarından çıkarmak zorunda kalan insanların, derin üzüntü ve dehşetini, ardından onların buzlu sulara vurularak ve bağlı olarak gömüldüklerini hisseder, korkuyla yüzleşmelerini görür gibi olursunuz.
Anıtı ziyaret edenler bazen mum yakar ya da çiçekleri, kendilerine dokunan veya birini hatırlatan belirli bir ayakkabının içine yerleştirirler. Ayakkabılar evrenseldir. Onlar hepimizin sahip olduğu temel bir maldır. Ayakkabının her birinin kendine özgü olmasına ve 1944-45’in o karanlık kışında, Tuna’nın dondurucu kıyılarında meydana gelen olayların özgünlüğüne rağmen, anıt bizi daha büyük resme bakmaya ve toplu katliamı düşünmeye sevk ediyor.
Not: Can Togay Janos: Budapeşte-1955. Macar film yönetmeni, senarist, oyuncu, şair, yapımcı, kültür yöneticisi ve kültür ataşesi.
Gyula Pauer (1941-2012) Macar asıllı, bir aksiyon sanatçısı, ressam ve heykeltıraştır.
Macar kahraman Hannah Seneş’in arşivleri İsrail Milli Kütüphane’de
Macaristan doğumlu kadın kahraman ve şairin günlük, şarkı, mektup ve defterlerine erişim sağlanıyor.
Macaristan doğumlu şair ve paraşütçü Hannah Seneş’in 23 yaşındayken, Macar Yahudilerini Nazi ölüm kamplarından kurtarmak için, işgal altındaki Avrupa’ya paraşütle atlamasının üzerinden 76 yıl geçti.
Seneş Nazilerin eline geçti, işkence gördü ve Macaristan’da idam edildi, ancak hikâyesi ve şiirleri yaşadı.
Savaştan sonra yatağının altındaki bir bavulda bulunan şiir, günlük, şarkı ve mektupları içeren arşivleri, Kudüs’teki İsrail Ulusal Kütüphanesine aktarıldı ve ikonik kadın kahramana ilk kez küresel erişim sağlandı.
Salom