Estergon Kal’ası subaşı durak

Estergon küçük, tenha, tertemiz, derli toplu, sevimli bir şehir… Aslında Macar tarihinde mühim bir şehir. Onuncu yüzyıldan onüçüncü yüzyılın ortalarına kadar Macaristan’ın başşehri burasıydı. Taht merkezi. Aynı zamanda dinî merkez.

Yazar: Ayşe Göktürk Tunceroğlu
 


 Herhalde Osmanlı ordusu Estergon’a bizden daha kolay varmıştır!

Estergon şehri Budapeşte’den kara yoluyla bir saat uzaklıkta, kuzeyde. Trenle gitmek kolaydır ve zevklidir, dediler. Zaten tren yolculuklarını severiz. Internetten tren saatlerini öğrenip Budapeşte’nin merkez garı Nyugati’ye geldik. Ondokuzuncu yüzyıl mimarisi haşmetli, sanatlı bir bina… İçeri girince bir çok binadan oluşan, ucu bucağı belli olmayan bir istasyon kompleksi olduğunu görüyoruz. Ucunu bucağını bilen bilir de, ilk defa gelince yolunu, yönünü bulmak uğraştırıyor. Hele tabelalardan bir şey anlamayınca….

Teknolojinin vazgeçilmezi bilet otomatları sıralanmış. Biraz güç de olsa iki bilet aldık, Estergon’a. Bilete göre yarım saat sonra tren kalkacak. Peronlar önümüzde. Trenler sıralı. Gözümüz ışıklı panolarda. Estergon adı var ve yanında bir şeyler yazıyor. Neler yazıyor, gel de anla! Diğer şehir adlarının yanında yazandan farklı bir şey yazdığını anladık, ama o kadar! Yarım saat geçti. Tren nerede? Soracak bir görevli yok! “İnsan”lı bir gişe yok! Birkaç yolcuya soracak olduk, bilmiyorlar. Daha doğrusu bizi anlamadılar. Derken, sorduklarımızdan bir adam canla başla yardım etmeye girişti. Adı Gabor’muş. Onda İngilizce kıt, bizde Macarca yok! Adamcağız çırpınıyor derdimize deva olmak için. Ama o da bilmiyor, bildiğini de anlatamıyor ve beraberce bir sürü yanlış yöne girip, yanlış kaplardan geçip yanlış merdivenlerden iniyor, çıkıyoruz. Yarabbim bir görevli olsa! Bilet makinaları iyi de, yabancıların çok gelip gittiği böyle yerlerde İngilizce bilen “gerçek insanlı” gişeler olması gerekmez mi? Otomattan aldığımız biletin üzerinde yazan kalkış saatinden en az bir saat geçti, biz hâlâ sonuçsuz dönüp duruyoruz. Işıklı panoda anlamadığımız aynı yazı hâlâ göz kırpıyor. Nihayet görevli yeleği giymiş gezinen bir adam yakaladık. Ve tamamen yanlış bir yerde bulunduğumuzu anladık. Yeniden yürüyen merdivenler, yürümeyen merdivenler, koridorlar, metrolar, otobüsler… İndik, bindik, çıktık, yürüdük, yürüdük. Şehrin dışında bambaşka bir yere gittik.

İstanbul’dan ayrılmadan önce kardeşim, “Öyle Budapeşte’nin sadece şehir merkezini, turistik yerlerini gezerek olmaz, periferiyi de görmek gerek.” diye hatırlatıyordu. Bu şehre bizim gibi birkaç günlüğüne gelip de bu kadar “periferi” gören kaç kişi vardır, bilmem! Köprü altları, ıpıssız yollar, evsizlere ev olmuş istasyon merdivenleri, terkedilmiş binalar… 

Devamı

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here