Cansu Sizgen ve İdil Emiroğlu ile bir söyleşi: patchwork tadında bir panayır

MANYI – Kulturális Műhely geçtiğimiz ay ilginç bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. Genç ve adı duyulmamış görsel sanatçılardan alanında isim yapmış fotoğrafçılara pek çok ismin işlerinin sergilendiği “Kitap formunda sanat[1]” isimli ana serginin yanı sıra, yerel caz gruplarından dj’lere, vegan-dostu Türk yemeklerin olduğu bir mutfağa, sanatçıların işlerini alıcıya sunabildiği bir markete ve iki atölye etkinliğine yer verilen bu panayır-vari etkinlik her yaştan ve kesimden “Budapeşteliyi” bir araya getirdi. Fiatalok Fotóművészeti Stúdiójának’ dan (Genç Fotoğrafçılar Stüdyosu) Zsófia Puszt ve Gábor Dóka’nın başı çektiği “Herkes için fotoğraf kitabı ve fanzini![2]” ile Szilvia Hunyadvári’nin yönettiği “Ekolojik baskı ve mücellitlik[3]” atölyeleri de sanatçılarla interaktif geçen serginin ana temasını tamamlayıcı nitelikteydi- ikincisi özellikle çocuklar ve aileleri tarafından pek bir rağbet gördü. MANYI’nin hoş bir köhneliği olan mimarisinin oda oda farklı duyulara hitap etmeye yönelik organize edildiği, sergi için gelenin müzik için kaldığı, müzik için geleninse (belki de ilk kez) mercimek köftesi tattığı(!) patchwork bir panayırdı “Kitap formunda sanat”. Biz de bu tümleşik etkinliğin mimarları, İzole ekibinden Cansu Sizgen ve İdil Emiroğlu’ ile bir söyleşi gerçekleştirdik, onlardan zihinlerini biraz bize açmalarını, bu etkinliğin arka planını anlatmalarını istedik.

Bir not: Röportajda ayrımın elzem olduğu bir kısım hariç sorulara bir ağızdan cevap verdikleri için kimin kim olduğunu özellikle belirtmedik.

Öncelikle İzole ismi ve konsepti nasıl oluştu sormak isterim? Yola nasıl çıktınız?

İdil’in pandemiden çok önce düşünmeye başladığı bir konseptti bu. İkimiz de türlü sanat aktivitelerini takip eden ve sanat çevrelerine giren insanlarız. Kendi deneyimlerimizden yola çıkarak ihtiyaçlarımızı belirledik ve fikirlerimizden keyif alabilecek insanları düşünerek, bu insanları bir araya getirmek istedik. İzole kelimesinden başlarsak, bu şehirde birçok insan, farklı kültür, sanatçı ve sanat okulu/ekolü var ve bunlar genelde ayrı galeri ve okullarda, yani kendi bünyelerinde performans gösteriyorlar. Amacımız bunları kendi konseptimiz çerçevesinde “izole etme” fikriydi. Budapeşte gibi ulaşımın kolay olduğu bir şehirde pop-up etkinlikler oluşturarak insanları özel hayatlarından, rutinlerinden, günlük yaşantılarından çıkartıp tek bir konu üzerinde buluşturup diğer şeylerden izole edebilmek. Aslında pandemide negatif bir çağrışım kazanan “izole” kelimesine “sanat veya yaratıcılık için diğer şeylerden “izole olmak” anlamında tekrar pozitif bir anlam kazandırmaya çalışıyoruz gibi düşünebiliriz. Logoda da görüldüğü gibi beş farklı alan var (görsel sanatlar, mutfak sanatları, canlı performanslar, network kurma). Bunlar bir araya geldiğinde bir izole sağlanmış olunuyor, yani kendi içerisinde farklı alanların, farklı duyuların doyumunu tek bir etkinlikte sağlamayı hedefleyen bir konsept bicimi yaratmaya çalıştık. İki gün süren ilk etkinliğimizde diğer farklı dalları kullanarak esas serginin de daha fazla parlamasını sağlayabildik.

O halde biraz ilk etkinliğinizden biraz bahsedelim. Organizasyonun arka planını biraz anlatabilir misiniz?

İlk etkinlikte beş alanın beşi de tek tek organize edildi. Yemeği Vedat Akdağ, müzik kısmını David Papp kürete etti. Serginin sanat küratörlüğünü ise İdil Emiroğlu ve Anita Farkas yapti. Etkinlikte iki tane de kitap yapımı ile ilgili atölye çalışması yaptık. Bu organizasyonların akışını ve katılımcıların davetlerini sosyal medya üzerinden ikimiz yaptık.

Görsel, duysal, tatsal, sosyal, gerçekten farklı duyulara hitap eden entegre ve ilginç bir etkinlikti. Mimari acıdan da ilginç bir yer seçmişsiniz. Yas gurupları açısından da 7’den 70’ e bir kitle vardı. Böyle bir şey hedeflediniz mi?

Aslında markamızın kimliğinde ulaşılabilirlik ve çeşitliliği ön planda tutmaya çalışıyoruz. Hem farklı sanat alanlarını hem de farklı yaş ve ilgi alanlarından insanları bir araya getirmek ve kapsamak amacındayız. O yüzden ilk etkinliğimizin her yaş grubundan, her kesimden insana hitap edebilir olmasını hedefledik. Amaçlarımızdan biri de sanatın herkes için olduğu, herkesin söz hakki sahibi olabileceği bir ortam yaratabilmek. Sergideki soru-cevap etkinliği de herkesin fikrini ifade edebilmesini amaçlıyordu. Biz, sanat veya sanatçının sadece kendi içinde izole bir şekilde bulunmasını değil oraya gelen herkesle ilişkide olması fikrini benimsiyoruz ve savunuyoruz. Bu 7 yaşında bir çocuk da olabilir 70 yaşında sadece sergiye gelen bir kişi de olabilir. Soru-cevap kısmında sergideki kitapların yanındaki kavanozlara herkes istediği soruları -anonim veya değil -yazıp bırakabiliyordu. Bununla amacımız bu sanat izleyicilerinin daha sonra sanatçılarla bir araya gelerek kendilerini rahat ve güvende hissettikleri bir alanda iletişime geçmesini sağlamak, sanatı ve sanatçıyı ulaşılabilir kılmaktı. Biraz da hedefimiz sanatın sadece elit bir zümrenin gittiği “sıradan” tabir edilen insanın girmeye bile çekindiği galerilerden, daha ulaşılabilir daha rahat bir mekâna taşımaktı. Mekân seçimimiz de bu yönde oldu. Sanatçılardan da daha önce böyle bir şey yapmadıkları ve farklı görüşlerden farklı kimliklerden gelen yorum ve soruların kendi sanatlarını geliştirmek ve farklı insanlar açısından nasıl görüldüğünü anlamak açısından çok faydalı olduğu yönünde geri dönüşler aldık. Bu da demektir ki bu bizim arabuluculuk rolünü üstlendiğimiz platform ve alışveriş aslında sadece izleyiciye değil sanatçıya da yarar sağlıyor.

Sanatın ve sanatçının korkunç bir şey olmadığı gibi bir bakış açısı getirmek için de uğraştık diyebiliriz. Yani aslında daha kolay ve ulaşılabilir olmayı hem mekanla hem konseptle kurmaya çalıştık. Aynı zamanda sergi kitlesiyle, müzik kitlesi, market kitlesi ve atölye etkinliğine gelenler de birbirlerinin alanlarına girebilmiş oldu. Yani sergi etkinliğini bizim yaptığımız gibi bütünleşik bir formatta tasarlayınca aslında sadece atölye etkinliğine gelen, ya da sadece müzik için orada bulunan insanlar da spontane bir şekilde sergiyi de görmüş, oradaki müzisyenin icra ettiği müziğe de “maruz kalmış”, yabancı kültürden bir mutfağı da tatmış oldu. Çünkü sanatı görmek rastgele de olabilmeli, ve bunu biraz daha tesadüfileştirmek, plansız programsız ve spontane bir şekilde sanatla buluşmayı sağlamakta amaçlarımızdan biriydi.

Yani amacınız ve rolünüz insanları bariyerler olmadan otantik bir şekilde sanatla buluşturmak, ve sanatçılarla aralarında bir bağlantı sağlamak; bu etkileşim için bir köprü oluşturmak ve arka planı, güvenli alanı sağlamak diyebilir miyiz?

Evet iki günlük bir etkinlik yapmak da buna bağlı, senin günlük hayatındaki gün boyunca gidip istediğin saatte katılabilmek seçeneğini vermek de buna bağlı. Daha spontane, ve kontrolün seyircide olduğu bir alan olduğunda korkunç olmayan, gergin olmayan bir ortam oluşuyor, sanatçılar da bundan çok keyif aldılar. Bu tarz işlerde olmak istediğini söyleyen çok fazla sanatçı oldu.

İlk serginin fotoğraf kitabi üzerine olması da bu anlamda önemli! Bunun sebeplerinden biri de sanatın dokunulabilir ve fiziksel bir şey olduğu, bağ kurulan bir şey olduğunun görülmesi. Eğer duvara asili bir sanat formu olsaydı yine aramızda mesafe olacaktı onunla. Bu formun seçilmesi seyirciyle eserin arasındaki mesafeyi azaltmak, kendi isteği gibi kendi istediği süre etkileşebilmesini sağlamaktı, esere dokunabilmek de bu anlamda önemliydi.

Biriniz görsel sanatçı, diğeriniz sosyolog…. Bir yandan farklı gruplardan insanları, herkesin en azından bir şey bulabileceği bir ortamda bir araya getirmek, entegre etmek, bir yandan da bazı sınırlardan, bazı bariyerleri kaldırmaktan ve bir “izolelik” halinden bahsettiniz.  Siz Macaristan’da iki Türk olarak bu etkinliği planlarken nasıl bariyerlerle karşılaştınız? Bahsettiğiniz amaçların kendi kişisel geçmişinizle nasıl bir ilişkisi var?

Soldan, Cansu Sizgen ve İdil Emiroğlu

I:Cansu’yla, farklı altyapılardan farklı geçmişlerden geliyoruz ama aynı ihtiyaçlara benzer engellere varıyoruz.

C:Coğrafyaya özgü engeller de, ihtiyaçlar da var. Sadece buraya ait olan. Örneğin İstanbul’da olsa ne olur diye çok düşündük ve bambaşka sorunların karsımıza çıkabileceğini konuştuk.

I: Ben 5 yıldır Budapeşte’deyim ve grafik tasarım ve fotoğraf bölümlerini bitirdim. Burada olduğum surece bu tarz sanat etkinliklerinde hep bulundum veya bu etkinlikleri düzenleyen gruplara giremediğim de oldu. Öncelikle bir dil bariyeri var. Macarca konuşmadan sergilerde interaktif olmak oldukça zor, haliyle bir yer edinmek de zorlaşıyor. Bu yüzden çok-kültürlülüğe önem vererek yoğunlukla Macar kitlesinin de İngilizceyi kullandığı bir ortam oluşturduk. Hedef kitle de böyle bizim gibi burada yaşayan veya İngilizce konuşabilen sanatçılar oldu. Bir engeli bu şekilde kaldırdığımızı düşünüyorum. Sanatçı soru cevaplarında sanatçılar için hem İngilizce hem Macarca konuşan ve çeviri yapabilen bir moderatör (Noemi) seçtik ve o alanı esnek bıraktık.

C: Bende 7 sendir buradayım ve Egei Reggeli diye bir kahvaltı markası yaratmıştım birkaç sene önce. Dili biraz konuşuyoruz ve sürekli öğreniyoruz ama yine de anadil seviyesinde öğrenmesi hiç kolay bir dil değil Macarca. Pratik olarak sürekli Macarca kullandık ama sosyal medyada yazı dilimizi İngilizce yapmaya karar verdik çünkü

İngilizce’nin enternasyonalliğini kullanmak vizyonumuza daha uygun geldi.

Zaten gerçekten katılmak isteyen herkes bir şekilde dahil oldu ve onlarla Macarca iletişim kurmak için elimizden geleni yaptık. Dolayısıyla kimse kendini dışarıda hissetmedi bu süreçte. Bana kalırsa yerel insanların da burada İngilizce etkinlik yapılması hoşlarına gidiyor, ülkelerini daha enternasyonal etkinlikler içinde bulmak bence insanlara hoş geliyor.

I: Kimseye dışlanmışlık hissi vermediğinizde birlikte çalışmak çok kolay oluyor. İngilizce bilmeyenlerle de kâh kendi eksik Macarcamızla, kâh Macar arkadaşlarımız sayesinde iletişim kurduk.

Peki İzole’nin geleceği ne? İstanbul’da bir şeyler yapmak gibi planlarınız da var mı?

Budapeşte-İstanbul konusunda, bu multi-kültürel havayı devam ettirmek istiyoruz ve İstanbul’da da görülmesi gereken şeyler olduğunu düşünüyoruz. İki kültüre de hâkim olduğumuz için yarı yarıya iki şehirde çalışmak çok güzel olur. Sanatçılarda diğer şehirde kendi kitlelerini yaratma şansına sahip olabilirler, Macar sanatçıları Türkiye’de, Türkiyeli sanatçıları Macaristan’da tanıtabiliriz. Bu yüzden iş birliklerine, ortaklıklara ve yatırımlara kesinlikle açığız ve bu şekilde çalışabilmeyi çok istiyoruz.

team@izole.info

Söyleşi ve fotoğraflar: Ufuk Tura


[1] Art in book form

[2] Photobook és photozine mindenkinek!

[3] Eco-Print & Book Binding Workshop