Macar kameraman Petra Laszlo’nun mülteci aileye attığı tekme bir anda uluslararası bir olaya dönüşünce korkudan avukat ağzıyla yazılmış bir metin yayınlamıştı. Ben de bir anneyim diyordu. Şaşırmış ve korkmuş bir halde kendini koruduğunu anlatıyordu.
Sonraki günlerde korkusunu ve şoku atlatınca farklı açıklamalar da yaptı. Başta Facebook olmak üzere bir çok kurumu ve insanı dava edecekti.
Petra Laszlo’nun mültecileri soğuk kanlılıkla tekmeleyişi görünce hepimiz dünyaya olan umudumuzu biraz kaybettik. Evet, aslında sahile vuran Avrupa medeniyetiydi.
Ancak Nazım’ın da dediği gibi umut yine insanda. Bu defa habere konu olan yine bir anne. Ancak kendisi Avrupa’da değil Türkiye’nin İzmir kentinde yaşıyor. İsmi Şura Baykan Erel. Halkların Köprüsü Derneği gönüllüsü bir akademisyen.
Suriye’deki iç savaşta eşinin ölmesinin ardından, biri henüz 15 günlük en büyüğü ise 7 yaşında olan 6 çocuğuyla İsveç’e gidebilmek için İzmir’e gelen 32 yaşındaki Maha Mansour’u, yasadışı yolculuk yapmayı planladığı ölüm botlarına binmeden, Kilis’teki kampa gitmesi için ikna etti.
Sözü ona bırakalım:
“Yirmi gün kadar önce İzmir’de dernek olarak yaptığımız rutin erzak dağıtımı sırasında Fuar’ın Basmane kapısında onunla karşılaştık. Kaç erzak vermemiz gerektiğini anlayamadık çünkü etrafında çok fazla çocuk vardı. Hepsi çok küçüktü. Bir tane de on beş günlük bebek. O gün gelmişler. İzmir’de ilk günleriydi. Diğerleri gibi sokakta yatmaya hazırlanıyorlardı. O gün onları öyle arkamızda bırakıp gidemeyecektik, gidemeyeceğimizi fark ettik.
Maha ile buradan sonra ne yapacaksın diye konuştuğumuzda insan tacirleri ile pazarlık yapmak üzereydi. Yani bota binip kaçmayı düşünüyordu. Ama altı çocukla onu bu maceraya bırakamadık. Maha’ya sorduk, gelir misin benimle dedim, ne olacağını bilmiyorduk. Gelirim dedi. Çocukları da alıp eve götürdük. Ondan sonra da derneğin yardımıyla onlara baktık. Bugüne kadar yaklaşık yirmi gündür bebeğimizi de büyüttük.
Yaptığımız en iyi şey aslında o bir kaç gün içerisinde Maha’yı botla karşıya geçmekten vazgeçirmek oldu. Çünkü hiç bir şey bilmiyormuş. Hiç bir şey bilmiyordu! Akdeniz’in bu kadar mülteciye mezar olduğundan haberi yoktu! Çünkü hep geçenlerle konuşuyorlardı. Geçenler, biz geçtik siz de geçersiniz, gelin diyorlardı. Biz ona fotoğrafları gösterdiğimizde çok ağladı, şok oldu. Altı çocuğu bir cesaret götürebileceğini sanıyordu. Bence yaptığımız en iyi şey onu vazgeçirmek oldu.
Sonra da bizim girişimlerimiz oldu. Türkiye’nin Islahiye kampına kabul edildiler. Ben de onlarla mülteci kapına gidiyorum. Buradan onları öylesine gönderemedim. Elimle onları kampa yerleştirmek istiyorum. Onlardan ayrılmak zor olacak, çok alıştık. Umut ediyoruz İsveç’ten de beklediğimiz haber olumlu sonuçlanacak. İsveç’te akrabaları var. Onlara ulaşmaya çalışıyor. Kocasını savaşta kaybetmiş.
Eğer onlarla o gün erzak dağıtırken karşılaşmasaydık bugün çok farklı bir haber yapıyor olabilirdiniz.”
Çağdaş Yetkin