Budapeşte’de mülteci yemekleri haftası

90Macaristan mülteciler konusunda ikiye bölünmüşken, Budapeşte’de ilginç bir projeye imza atıldı. Bir hafta süren bu aktivite çerçevesinde, kampanyaya gönüllü olarak katılan on restoran ve cafe, Budapeşte sakinlerine mültecilerin yemek kültürlerini tanıtmak amacıyla mülteci yemeklerini menülerine aldı.
Macaristan mülteciler konusunda ikiye bölündü.

Bir yanda “Afrikalı, Orta Doğulu mültecilerin Avrupa’da, ülkemizde ne işi var? Kendi memleketlerinde kalsınlar” diyen ve bu nedenle de sınırlara tel örgüler çekilmesini destekleyenler.

Diğer yanda ise “Darda kalan bu insanlara elimizi uzatmalıyız” deyip yardım kampanyalarına omuz verenler.

İki kamp arasında tartışmalar zaman zaman gerginliklere neden olurken, bir yandan da taraflar kendi gerçeklerini kamuoyuna iletebilmek için ilginç yöntemler geliştiriyorlar.

İşte onlardan biri, geçtiğimiz hafta gündeme getirilen “mültecilerin yemekleri” adı verilen bir aktiviteydi.

Bir hafta süren bu aktivite çerçevesinde, kampanyaya gönüllü olarak katılan on restoran ve cafe Budapeşte sakinlerine mültecilerin yemek kültürlerini tanıtmak amacıyla mülteci yemeklerini menülerine aldı.

Sivil kuruluşların başlattığı kampanya radyo ve televizyonlar tarafından da tanıtılınca Budapeşte halkı bu girişime rağbet gösterdi.

Eh, Budapeşte’de insan hem gazeteci ve hem de Türkiye kökenli olursa elbette bu kampanyayı yürüten restoranların “yerinde teftişi” kaçınılmaz oluyor. Sorular çok: Acaba ilgi gerçekten söylendiği kadar büyük mü? Acaba gelenler kimler? Sıradan insanlar da mülteci mutfaklarını tanımak istiyorlar mı? Acaba aşçılar Macar mutfağına çok uzak olan Afrika ve Asya yemeklerini yapabiliyorlar mı? Acaba yemekler mültecileri Macarlara yakınlaştırdı mı?”

Cumartesi akşamı “mülteci yemekleri maratonumuz” başlıyor.

91Önce Castro Kafe’ye gidiyoruz.

Budapeşte’nin restoran ve eğlence yerlerinin bol olduğu bölgesindeki cafede bu akşamki menüde Suriye yemekleri de var. Masa bulmakta zorlanıyoruz. Konukların çoğunun “mülteci yemekleri” yediğini görüyoruz.

Garson siparişlerimizi kısa sürede getiriyor. Menüde “Shurba bi banadora” olarak tanıtılan domatesli pirinçli et suyu çorba çok tanıdık.

Çorbamızı kaşıklarken mekânında gazetecilerin olduğunu haber alan genç restoran sahibi yanımıza geliyor. Yüzünde derin bir memnuniyet ifadesi, ağzı kulaklarında. Çorbayla ilgili iltifatlarımızı alçakgönüllülükle geçiştiriyor: “Aman efendim, ustamız sağ olsun, elinden geleni yapıyor.”

-Suriyeli mi şef? diye soruyorum. “Hayır” diyor, “ama on gündür internetten yemek tarifleri çıkarıyor”. Gülüyor.

Garson “Kibbi” adı verilen yemeği getiriyor. Görünüşü hoş. Salata, bir tür köfte, ve garnitür olarak da özel bir baharat karışımı kullanıldığı yükselen kokulardan belli olan patates. “Bu köfteler” diyor patron “iki defa kızartılıyor. Hem içi ve hem de dışı. Tadına bakıyorum, bizim “içli köfteye” benziyor.

“Peki” diyorum, “para da kazanabildiniz mi bu hafta?”

Patron ciddileşiyor. Yüzündeki gülümseme yerini kararlılığa bırakıyor. “Kazandık aslında”, diyor “ama bizim için para kazanmak değildi önemli olan. Olup bitenleri görüyorsunuz. Biz Budapeşte’nin çok kültürlü, çok renkli yapısını korumayı amaçlıyoruz”. Duvardaki Fidel resmini gösteriyor. “Bakın bizim adımız “Castro Kafe”, ama Küba ile bir alakamız yok. Latin Amerikalı bir dostumuz önermişti zamanında. Bu adla açtık, Latin müzikleriyle! Budapeşte sokakları her kültürün izini taşırsa kötü mü olur?”

92Susamlı, irmikli ve üzerine gülsuyu şerbeti dökülen tatlıyı istemiyoruz. Çünkü internetten de yayınlanan haftanın programından başka bir restoranda “künefe” olduğunu öğrendik, hesabımızı ödeyip tatlı ve kahve için oraya yöneliyoruz.

“Manga Cowboy” adını taşıyan restoran genellikle et yemekleri üzerine uzmanlaşmış. Mekâna girdiğimizde içerinin çok dolu olduğunu görüyoruz. Garson kız kibarca önceden masa ayırtıp ayırtmadığımızı soruyor. “Hayır, ayırtmadık” diyoruz. “Aslında biz yemek yemek de istemiyoruz. Sadece künefe için geldik, ve de yanında da Türk kahvesi içeceğiz”.

Kız simsiyah ve güzel gözlerini dikip bize bakıyor. Bir an tereddüt ediyor. Sonra da “aslında yerimiz yok, ama şurada hep bir masa yedekte tutarız” diyor ve sonra da gülümsüyor “umarım patron bana kızmaz, kendi başıma iş yaptığım için.”

Künefeler ve kahveler masaya geldiğinde bir şeylerin yolunda gitmediğini anlıyorum. Bu tabaktaki, üzerinde erimiş peynir de olmayan tatlı, künefeden çok kare şeklinde biçimlendirilmiş irmik helvasına benziyor. Tadı da öyle.

Orijinal haber: >>>