Buda’dan Peşte’ye I.

dunaTuna Nehri’nin iki yakasındaki yerleşim alanlarından oluşan Budapeşte, Orta Avrupa’nın en alımlı kentlerinden biri Ortasından ırmak geçen Orta Avrupa kentlerinin çoğu gibi Budapeşte’nin “şato”su da kayalık bir tepeye tünemiş, aşağıda bulana durula akan Tuna’ya bakıyor. Strauss’un valslerindeki kadar mavi değil Tuna, hatta hiç değil. Belki akışı hâlâ hızlı ama suları çamur renginde.

İster istemez Nâzım Hikmet’in dizeleri düşüyor aklıma: “Gökte bulut yok / Söğütler yağmurlu / Tuna’ya rastladım / Akıyor çamurlu çamurlu.” Nâzım bu kente geldiğinde, Tuna’yla tanıştığında Macaristan halkı komünizme karşı ayaklanmamıştı henüz, görünürde her şey yolundaydı. Ama yalnızca görünürde. Stalin öleli bir yıl olmuş, insanlığın kurtuluşu uğruna işlenen cinayetleri, yapılan işkenceleri gün ışığına çıkaran Kruşçev raporu henüz yayımlanmamıştı.

Budapeşte sokaklarında Sovyet tanklarına karşı “Artık yoldaş değiliz!” diye haykırmıyordu insanlar. Evliya Çelebi de dolaşmıştı Buda kalesinden Macar ovasına bakıyorum. Yemyeşil ve düz uzayıp gidiyor göz alabildiğine. Bu ovayı sulayan ırmağın nice kentten, taş köprülerin altından geçtikten sonra Karedeniz’e döküldüğü geniş deltayı düşünüyorum.

Bir zaman olmuş Evliya Çelebi de dolaşmıştı oralarda. Ve gördüğü manzaradan etkilenip abartarak. Gemiyle inmek isterdim bu ırmağa, Karadeniz’e döküldüğü yere dek Orta Avrupa boyunca batıdan doğuya doğru kendimi suyun akışına bırakmak isterdim. Berlin Duvarı yıkılıp “Mittel Europa” dediğimiz kavram ortaya çıktıktan sonra, bir dönem Osmanlı egemenliğinde kalan bu coğrafyayla yeniden tanıştık çünkü, Tuna’nın suladığı ülkelerin kültür ve sanatlarıyla daha bir içli dışlı olduk, yazarlarını, ressamlarını keşfettik.

Duvar yıkılmadan önce TKP’nin merkez komite üyelerinin dışında pek kimsenin uğramadığı Budapeşte’de yaşayan Türklerin sayısı bugün 2 binden fazla. Evet, nice su aktı köprülerin altından, dünya değişti. Macaristan Avrupa Birliği’ne tam üye artık, liberal dünyanın bir parçası. Bizse hâlâ kapıda bekliyoruz. Egemenlik simgesi Aşağıda nehir gemileri bir gidip bir geliyor. Rıhtıma bağlı olanlar da var, turist gezdirenler de. Bir dönemin yandan çarklı gemileriyse bu yöreye, Karpatlar’dan Alpler’e dek uzanan bu uçsuz bucaksız topraklara “şato”dan hükmeden Habsburg Hanedanı gibi tarihe karışmış çoktan. Koskoca bir dünya, sarayları, orduları, tüm şatafatıyla sanki çamurlu suyun dibini boylamış. Bir zamanlar çifte monarşinin, yani Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun siyasi merkezi olan “şato”, işlevini yitiren nice saray gibi, turist kalabalığından başka kimsenin uğramadığı bir müze görünümünde. Kristal avizeli salonlarında soylular vals yapmıyor artık, yalnızca Macar ressamların tabloları sergileniyor.

Mohaç Savaşı’ndan sonra Osmanlı egemenliğine giren Budin, “şato” ve kalenin çevresindeki eski evlerle kiliselerden, bir de turistlere eşya satan dükkanlardan ibaret. Karşıda, çelik putrelli taş köprülerin altından akan Tuna’nın sol kıyısı boyunca lüks otelleri, art nouveau binaları, kalabalık caddeleri ve makas değiştirirken yalpalayan tramvaylarıyla Peşte yayılıyor. Konumu itibarıyla ırmağın iki yakasındaki yerleşim alanlarından oluşan Budapeşte, Orta Avrupa’nın en alımlı kentlerinden biri. “Tuna’nın İncisi” sıfatını fazlasıyla hak ediyor. Buda’dan bakıldığında ilk göze çarpan yapı parlamento binası. Yeni gotik üslubu, sivri kuleleri ve soğan biçimindeki kubbesiyle Westministre’ı andırıyor biraz. Hatta ona özenerek tasarlandığı da söylenebilir. 19’uncu yüzyılın sonlarında, Macaristan çokuluslu bir imparatorluğun parçası, daha doğrusu kurucu unsuruyken, mimar Imre Steindl tarafından inşa edilmiş. Ve 1896’da büyük meclis Macar devletinin kuruluş yıldönümünü kutlamak amacıyla bu binada toplanmış. Bugün 10 milyon nüfuslu küçük ülkenin üzerinde bol bir elbise gibi duruyor.

NEDİM GÜRSEL