Bu korona bizi darma duman etti. Üniversiteyi, yurdu bırakıp apar topar memlekete gittik gitmesine, ama biraz uzun kaldım sanki. Bir iki üç derken, bir de baktım beş aya yakın kalmışım. Bunu da konuşurken sıkça bizim oraları örnek göstermeye başlarken anladım. Demek ki benim Macaristan’a gidesim gelmiş.
O zaman yolcudur Abbas, gidem, görem ama maalesef şu an öyle şıp deyince Macaristan’a gidemiyorsun. Gitsen karantinadan kaçamıyorsun. Biz de kaçmıyoruz ya sadece alternatif arıyoruz. Avusturya üzerinden gidiliyormuş, ama onda da karantina var. Nasıl olacak bu işler?
Tamam, bir yol buldum galiba hemen denemem lazım. İlk uçağa atlayıp Viyana iniyorum, Karantinadan kaçmak için elimde çok büyük bir koz var ve o koz yakalanmamak değil, 10 Euro’ya aldığım Macaristan otobüs bileti. Bu altın mahiyetindeki otobüs bileti beni transit yolcu yapıyor ve bütün prosedürden muaf tutuyor. Oradan hop Macaristan’dayım.
Ertesi gün arkamdan aynı yolu izleyen kadim dostum Fatih de geldi, ama Fatih benim yapmadığım bir şey yapıp yanında rakı da getirmiş. Rakı burada bulunmaz nimet, biri rakı getirdim dediği zaman içim kıpı kıpır oluyor.
“Budapeşte tepelerinde Aslan Sütü”
Macaristan’da bir rakı rutinimiz var, bu değerli aslan sütünü bulduğumuz zaman mezemizi hazırlayıp hava karardıktan sonra Normafa’ya demlenmeye gideriz. Normafa Budapeşte’nin eski avlanma tepelerinden biri, günümüzde bisikletliler, yürüyüşçüler, piknikçiler ve doğa içinde dinlenmek isteyen herkes tarafından sıkça ziyaret edilen bir yer. Her saat ulaşım var, gün içinde dişli trenle (fogaskerekű) ve otobüsle ulaşım sağlanabiliyor, akşamları ise gece otobüsleri seferde.
Bu kez biraz daha erken gittik, her yer ana baba günü. İnsanlar gruplar halinde toplanmışlar barbekü yapıyorlar ya da kazanda yemek pişiriyorlar. Barbeküye mangal kültüründen alışkınız ama kazanda yemek pişirmek garibimize gidiyor. Parkın en sonunda ateş yakma yerlerinin yanında boş bir masa bulduk.
Masamızın sol tarafında kalabalık bir Macar grubu var sağ tarafında ise birkaç metre ebatlarında ufak bir dini yapı, tam ne olduğunu anlayamadık ama sanırım anıt gibi bir şey. Biz oturunca bisikletli bir genç kandil şeklinde dini mumlardan yaktı ve ufak yapının yanına bıraktı.
“Normafa’da Zeki Müren dinlemek”
Solumuzdaki grup ateşlerinin üstüne metal üçgen koymuşlar ve kazanlarını da bu üçgene asmışlar. Kazanları ağzına kadar dolu nasıl pişirecekler bilemiyorum, neyse biz kendi masamıza dönelim arka fonda Zeki Müren eşliğinde soframızı kurmaya başladık ama sesi çok açmıyoruz, malum etrafı rahatsız etmemek lazım. Ufaktan rakılarımızı koymaya başladık, ufaktan derken lafın gelişi, yoksa bir büyüğümüz var.
İkinci dublelerimizi tatlı tatlı yudumlarken karanlık bastırmaya başladı, aksilik ya her zaman mum alırız yanımıza ama bu sefer yanan bir çakmağımız bile yok, rakı tedarikçimiz can dostum Fatih “Sakin olun ben halledeceğim.” dedi, fırladı ayağa yaklaşık bir dakika sonra elinde kandil şeklindeki bir mumla geri geldi. Mumu görünce Fatih’in bunu nerden aldığını anladık ve gülmeye başladık. Teşekkürler bisikletli dostum, bıraktığın kandili masamıza ışık oldu helal et!
Bir anda ormana dikkat kesiliyoruz, ateş böcekleri uçuşuyormuş gibi, hareketli ışıklar beliriyor. Çok geçmeden 20 kişilik bir koşu grubu kafalarında lambalarla yanımızdan geçip alt ormana doğru koşuyorlar, hepsi sağlıklı fit ablalar, abiler. Biz üçümüz “karantina göbeğimizle” mutlu mutlu otururken yapılır mı bu şimdi?
Neyse ki koşucular hızlıca hemen gözden kayboldular, içimize çektiğimiz göbeklerimizi bırakabiliriz artık. Çok geçmeden arkadan yine koşucular geliyor ama bunlar yol ayrımında afallayıp sol tarafa doğru koşuyorlar, biz de adeta trafik polisi edasıyla ıslıklar ve Macarcamızla “ide, ide” (burası, burası) diyerek bu ters yöne girmiş kafileyi doğru yola sokuyoruz. Kim demiş rakı yoldan çıkartır diye, biz çıkana da doğru yolu gösterdik.
“Türkçe seslenen Macar”
Artık beşinci dublelerimizi içiyoruz müzik listemiz Müzeyyen Senar ağırlıklı, çakır keyif sapağını göremeden geçmişiz, hızlı mı içiyoruz yoksa?
Etraftaki herkes gitmiş sadece yan masadaki Macarlar duruyor ama onların da çoğu dağılmış, bir avuç kalmışlar. Kendi aramızda “Artık siz de gidin, geç oldu.” deyip gülüşüyoruz. Masamızdaki mum son demlerini oynuyor, birbirimizin yüzünü bile zor seçiyoruz artık.
Bir anda masamızın dibinde bir adam beliriyor, adamın edası “Gençler şu müziği biraz kısın.” diyecek gibi, ama akıcı bir Türkçeyle “Affedersiniz, iyi akşamlar. Biz bu şarabı içemeyeceğiz, size bırakmak istiyorum dostlarım.” diyor ve elindeki şarap şişesini masamıza koyuyor. Meraklı gözlerimizden anlamış olacak ki “Ben Zonguldak’ta ilk okula gittim.” diye ekliyor.
Ufak bir tanışma faslından sonra bu jesti karşılıksız bırakmamak için rakımızın kalanını ikram ediyoruz. Bu arkadaşın ismi András, 1991 yılında babası mühendis olarak Zonguldak’ta çalıştığı için Türkiye’de ailecek yıllarca yaşamışlar, hatta ablası Amerika’da yaşıyor ve yıllarca Google’da Türkolog olarak çalışmış.
András rakı şişesini yan masaya götürürken bize bir anda hatamızı fark ediyoruz: András’a rakıyı nasıl içeceğini söylemedik. Ya pálinka gibi içerlerlerse? Vah rakının haline o zaman. Hemen rakı bardağımı kapıp yanlarına koşuyorum, rakı böyle içilir diyeceğim, yanlarına gittiğimde gruptaki en genç oğlan rakı şişesini eline almış içmeye hazırlanıyor, bu sefer herkes anlasın diye İngilizce konuşuyorum.
“Rakı nasıl içilir”
“Arkadaşlar rakı sert bir içecektir, içine su eklemeniz gerekir.” Genç oğlan sözümü bitirmeden kafasına dikiyor rakı şişesini, sonra da demesin mi “This is not strong, it is like a candy.” (Sert değil, şeker gibi.). Macarlar yemekten önce yüksek alkollü pálinkayı fondip yaptıkları için, rakımız pek sert gelmedi bu gence herhalde. Herkese bir yudum alıyor rakıdan ama bu sefer usulüyle. Rakıyı beğendiklerini söylüyorlar, András “Babam her akşam içerdi, oradan hatırlıyorum diyor.”
Herkes çok sıcakkanlı, bana koca kazanda pişirdikleri paprikás krumpliden (kırmızı biberli patates yemeği) ikram ediyorlar, ben de masamıza davet ediyorum, 3 Türk 4 Macar birlikte içmeye devam ediyoruz onlar biralarıyla ve şaraplarıyla geliyor, biz zaten rakıcıyız.
András ve arkadaşları Macaristan’ın ünlü bir nükleer fizik araştırma enstitüsünde bilim insanı olarak çalışıyorlar. Bugün de yılda bir kere yaptıkları ortak etkinliği düzenlemişler.
Kendi aramızda “hadi kalkın gidin artık!” diye eğlendiğimiz adamlarla can ciğer olup sabaha kadar oturup sohbet ediyoruz. Tabii bu samimiyette Türk rakısıyla Macar şarabının etkisi de yok değil. Sabaha karşı son iki masayı temizleyip arta kalanları András’ın arabasına dolduruyoruz, sonra da hep birlikte otobüse binip, evlerimize dağılıyoruz.
Hayat sürprizlerle dolu diye düşünüyoruz, çakır keyif: Karantinadan bunalırken Budapeşte tepelerinde Türkçe bilen Macarlarla dostluk kuruyoruz. Tesadüfler, bizleri, yani Zonguldak’ta ilkokula giden Macarla, Budapeşte’de üniversite okuyan Türkleri bir araya getiriyor. Dünya artık ne kadar küçük.
Senhür Yüksel – Türkinfo