Müzikolog Bartok (1881-1945),bilimsel olarak Türk ve Macar halk musikisi arasındaki benzerliği bulmak ve Türk musikisinin Türk Halk ezgileri temelinde geliştirilmesi için”ilk sistemli Türk halk ezgilerini derleme” amacıyla 1936’da yurdumuza gelir. Türkiye’deki ilk haftası konferans ve konserlerle geçer. Sonra 16-29 Kasım tarihlerindeki çok kısa bir zamanda 14 yürük yerleşimi ziyaret edilir. Toplam “30 kişinin türküler fonograf ses kayıt silindirlerine kaydedilir” (Bartok, Türkiyedeki Derleme Gezilerim-1936) (1).’Nyugat” dergisindeki hatıralarında Bela Bartok, Adnan Saygun’un tercümanlık yaptığını, türkü söyleyenlere sorular sorduğunu ve şarkı sözlerini yazzdığını anlatır. Halk evleri memurları Bela Bartok’u son derece duygulandıran bir ilgiyle konaklama ve ulaşımı sağlar. Bartok rahatsızlanmasına rağmen geziyi tamamlar.
HALK ve DOĞA GÖZLEMİ
Bartok’un anılarında musiki incelemesinin yanında pek ilginç gözlemlere yer verir. Öyleki yazı Adana’nın Toros yaylaklarında geçiren göçebe Türk aşiretlerinin aylardan Kasım olduğu için deniz kıyısındaki kışlağına gidilir. Bu mevsimde hava Macaristan’da Ağustos sonundaki kadar sıcaktır. Hurma, şeker kamışı, yalancı karabiber ve çiçek açmış muz ağaçları altında gezinirler. Önce şarkıcılar dinlenir ama bu gerçek halk ezgisi değildir. Dördüncü gün Osmaniye adlı bir köye gelirler. Halkı 70 yıl önce oraya yerleşmiş göçebe Ulaşoymağındandır. Uğradıkları ev Ali Bekir oğlu Bekir adında 70 yaşında bir adama aittir. Onları pek konukseverce karşılar. “Biraz konuştuktan sonra, “kemençe” adlı, “rebab’a” benzer, eski tarzda çalınan, kemandan daha büyük olmadığı halde viyolonsel gibi bir çalgı” çalar. Bartok der ki “Bu çalgı hemen hemen bizim keman gibi akort ediliyor. İhtiyar herhangi bir çegingenlik duygusuna kapılmadan, avluda bizim için ezgi söylemeye başladı. Söylediği havada, eski bir savaşın hikayesi anlatılıyordu. Kulaklarıma inanamadım, eski bir Macar ezgisinin bir çeşidi gibi gelmişti bana çünkü. Büyük bir sevinç içinde, koca Bekir’in ezgilerini iki bütün silindire kaydettim” Bu sırada güneş batar, ramazandır ve ev halkı iftar yemeği yerken saygıyla beklerler. Yemekten sonra Koca Bekir’den dinlenen ikinci hava da yine bir Macar türkü çeşididir ve Bartok’u adamakıllı şaşırtır. Kayıtlar kadınların giremeyeceği selamlıkta yapılır ve bütün çabalara rağmen türkü söyleyecek bir tek kadın bulamamak hayal kırıklığı yaratır. Ertesi gün çıkan fırtına daha uzaktaki göçebe aşiretlerinde yapacakları çalışmayı engeller. Yollar çok çamurlu arabalı ise gıcır gıcırdır. Bu yüzden civardaki Çardak köyüne giderler. Orada karşılarına çıkan eski bir milletvekili onları kendi köyüne götürür. Yetecek kadar köylüyü okul binasına, halk oyunları için de iki çalgıcıyı komşu köyden getirtir. Bartokanlatır “Ama ne oyundu o öyle! Musikisi bile sersemleticiydi. Çalgılardan biri obuaya benzer bir çalgı olan zurnayı, öbürü önüne bağlanan (bas) davula tokmakla öyle korkunç bir güçle vuruyordu ki, kulağımın zarı patlayacak sandım. Oyuna gelince dört erkekten biri oynuyor, ötekiler el ele tutuşmuş, ağır ölçülü hareketlerle ona eşlik ediyorlardı.
www.aydinlik.com.tr