“Macarlar Avrupa’daki tek ve son Asyalı halktır. Macaristan Türk vizyonunu yaşama geçirmek için elinden geleni yapacaktır”
Bu sözler geçtiğimiz günlerde gerçekleşen 9. Türk Devletleri Zirvesi’ne bakanlarıyla ve 60 kişilik kalabalık bir delegasyonla katılan Macaristan başbakanı Viktor Orban’a ait.
Türkiye’nin liderliğini yaptığı, Asya’nın Türki devletlerini bir araya getiren, işbirliğine dayalı ve uzun vadeli ortak projeler temelinde uluslararası dengeleri etkileyebilecek bir teşkilat olmayı hedefleyen Türki devletler grubunda -bir konuk ülke olarak da olsa- Avrupa’nın merkezindeki Macaristan ne arıyor?
Bu sorunun yanıtı Macaristan’ın tarihinde ve Avrupa Birliği içindeki özel konumunda gizli.
MS 10. yüzyılda kavimler göçüyle Asya’dan Orta Avrupa’ya gelen ve bugün yaşadığı topraklara yerleşen Macar kavmi, lisan olarak, Türkçenin de dâhil olduğu Ural -Altay dil grubuna bağlı olmasa da tarihçiler tarafından köken olarak Türki halklarla akrabalık bağı olan bir halk olarak tanımlanıyor.
Orta Avrupa’daki bin yıllık tarihi süresince Osmanlı imparatorluğu ile yüz yıllarca süren savaşlar yaşamış olsa da, Macar tarih yazınında ve Macar ulusunun kolektif kültür hafızasında Hunlarla ve Türki halklarla olan bağlar pozitif etki bırakarak hala yaşamaya devam ediyor.
Macar Turancıları ne hedefliyordu?
Efsanelerden halk edebiyatına, müzikten toplumsal geleneklere, dildeki ortak kelimelerden ulusal kültürün Asya kökenli öğelerine kadar iki halk arasındaki bağların bilimsel olarak kökenlerine inme çabaları 19. yüzyılın sonlarında Macar siyasetinde bir ideoloji olarak Turancılığın geliştirilmesine neden olmuştu.
Türkiye’de yaygın olarak bilinmese de, Turancılığın Türkler tarafından değil Macarlar tarafından ve Macar ulusunun geleceği için yaratılan bir ülkü olduğu araştırmacıların malumudur.
Macar tarihçiler ve bilim adamları tarafından ortaya atılan bu tez, ağırlıklı olarak Asya Türki halklarının –ki buna Turan halkları adını vermişlerdi- Slav ve Germen halkları karşısında alternatif bir blok oluşturmasını ve ortak hareket etmesini hedeflemişti.
Bu teze göre Asya kökenli olan Macar halkı da Turan’ın bir parçasıydı ve Macar Turancıları, en batıdaki Turan ülkesi olarak tanımladıkları Macaristan’a daha 20. yüzyılın başında Turan ülkeleri lideri sıfatını layık da gördüler.
Macar Turan ideologlarına göre Macaristan, Turan halklarını bir araya getirerek, Doğu ve Batı dünyası arasında Slav ve Germen halkları dışında yeni bir birlikteliğin inşasına liderlik etmeliydi.
Turan ideolojisi, Macarlar tarafından geliştirildiği o dönemde, öncelikle coğrafi ve kültürel bir kavramdı. Bu ülkünün içeriğinin doldurulması ve birlikteliğin inşası ise siyasetin işiydi ve hedeflenen model de uluslararası dengeleri etkileyecek yeni bir birliktelikti.
Macar Turancıları dört bir koldan turan ülkeleri arasında Turan federasyonunu yaşama geçirmek için çalışmaya başladılar. Ancak büyük paylaşım kavgalarının neden olduğu I. Dünya Savaşının arifesinde söz konusu halkların birlikteliğinin yaratılabilmesinin bir ütopya olduğu kısa sürede anlaşıldı.
Pek çok ülkeye yayılan Turan ideolojisi de daha sonraları, özellikle de hemen II. Dünya savaşı öncesi ve sonrası yıllarda, ırkçı bir içerik üzerine inşa edilecek radikal sağın temel ideolojilerinden biri haline geldi.
Türk Devletleri Topluluğu ve Turan ülküsü
İşte bu tarihsel perspektiften bakıldığında 21. yüzyılda Türk Devletleri Topluluğu olarak bir araya gelen Türki devletler grubunun aslında ortak paydası coğrafi ve kültürel özellikler olan ve uluslararası çıkar birlikteliğine dayanan Macar turan ideolojisini anımsattığı kolayca anlaşılır.
Bu model Macar siyasetçileri için yabancı değil. Yani burada söz konusu olan birliktelik Macar siyaset ve ideoloji dünyasında tarihsel olarak yeri olan bir modeldir. Bu anlamda Macar başbakanı Viktor Orban’ın Türk devletleri topluluğu içinde bir şekilde yer almayı kendi vizyonuyla kolayca özdeşleştirmesinin gerisinde yatan nedenlerden biri bu.
Ancak Macar başbakanının Türk Devletler zirvesinde kendine yer bulmaya çalışmasının gerisinde önemli başka bir neden daha var. Son 12 yılda Macaristan’da şekillenen siyasi rejimin mimarı olan Orban, Avrupa Birliği yönetiminin üye ülkeler arasında merkezileşmeyi körükleyen politikasına karşı şiddetli bir direniş de organize etmeye çalışıyor.
Macar başbakanı ulusal devletlerin güçlü özerkliğe sahip olacağı, üye ülkelerin egemenlik haklarının asla kısıtlanmadığı bir Avrupa Birliği modelini hayata geçirmeye gayret ediyor.
Bu ise Orban’a göre Almanya ve Fransa gibi AB içinde karşı konulması zor, büyük ekonomilere karşı direnebilmek için “bağımsız” kanalların ve alanların yaratılmasını zorunlu kılıyor.
Türk devletler coğrafyası ise bir kıta gibi uzanan uçsuz bucaksız yüzölçümü ve nüfusuyla muazzam bir pazar. Doğal gaz ve petrol rezervleri nedeniyle de paha biçilmez bir enerji kaynakları bölgesi.
İşte Orban’ın savaşa rağmen hem Rusya ile olan özel ilişkilerini korumaya çalışmasının, hem de Türki devletler birlikteliğine bu kadar önem vermesinin gerisinde yatan en önemli nedenler bunlar.
Bir koltuğa iki karpuz sığar mı?
Peki ama, hem AB içinde olup, ve hem de bağımsız çıkarlar doğrultusunda “kaçak iş tutmak”, AB temel yönelimleriyle çelişen bağımsız stratejileri yaşama geçirmeye çalışmak nereye kadar başarılı olabilir? Bu iki süreç birlikte ne kadar taşınabilir?
Üzerinde düşülmesi gereken ikinci husus da şu: Orban’ın muhafazakâr Avrupa tezlerinin temelinde “Hıristiyan gelenekler” üzerinde yükselen bir Avrupa modeli var. Avrupa’daki Müslümanlara karşı son derece ihtiyatlı yaklaşıyor. Bosna’ya karşı Sırpları desteklediğini saklamıyor. Hristiyan kökenlere dayalı bir Avrupa Birliği önermek ve öte yandan Hıristiyanlıkla hiç bir ilgisi olmayan Türki devletler birliğiyle böylesine sıkı bağlar örmek ne kadar inandırıcı?
Ve asla göz ardı edilmemesi gereken ve hatta giderek birbiriyle çelişen, bu süreçlerin kırılma noktası olarak kendini hissettiren son husus: hukuk devleti ve temel haklara saygı meselesi…
Macaristan’ın üyesi olduğu Avrupa Birliği ile artık açıkça sırtını yasladığı Rusya ve Türki devletler arasındaki en büyük fark, hukuk devletine gösterilen özen konusunda somutlanıyor.
Avrupa Birliği, Macaristan’ın hukuk devleti uygulamalarında ve temel vatandaşlık haklarına yaklaşımında AB mevzuatından çok, işbirliği yaptığı bu ülkelerdeki rejimlere yakın olduğunu iddia ediyor.
Bu iddialar bilindiği gibi Macaristan’a verilen AB yardımlarının ve fonlarının ödenmesinin geçici olarak durdurulmasına kadar da vardı. Bu ise Macaristan’da ciddi ekonomik ve mali zorluklara yol açtı. Macaristan, % 21,5 enflasyonla AB’nin en kötü ekonomiye sahip üyesi haline geldi.
Gelişmeler, işbirliği yaptığı Asya ülkelerine kaderini giderek daha sıkı bağlayan Macaristan açısından manevra imkânlarının süratle azaldığını gösteriyor.
Bu ise sadece Macaristan’ı değil, Macaristan’la stratejik işbirliği içindeki Türkiye’yi de çok yakından ilgilendiriyor.
Tarık Demirkan