Avrupa’nın 11 Eylülü olarak adlandırılan Paris saldırılarının ardından kamuoyu henüz şaşkınlığını üzerinden atamadı.
Başkentler, Avrupa’nın siyasi liderleri ve kanaat önderlerinin açıklamaları, bu şaşkınlığın bir süre daha devam edeceğinin işaretini veriyor.
Ama dalganın durulmasıyla Avrupa vatandaşlarında bilince çıkan ve ne yazık ki kalıcı olacağı işaretlerini veren iki olgu var; korku ve nefret.
Bu iki duygu Avrupa’nın önümüzdeki yıllardaki siyasi çehresini de belirleyecek.
Avrupa’nın on yıllardır barış ve sükûnet içinde bir hayat sürdüren vatandaşları artık hiç de alışık olmadıkları “korkuyla” yaşamaya başlayacaklar.
Öyle ya, hayatın her alanı artık bir vahşetle burun buruna gelebilecekleri bir “terör cangılı”.
Okulda, işte, metroda, alışveriş merkezinde, futbol stadında, diskoda, kısacası akla gelebilecek her yerde enselerinde “terörün soğuk nefesini” hissederek yaşayacaklar.
Ve “korku” beraberinde “nefreti” de getirecek.
Ortalama hümanist Avrupa vatandaşının dünyasıyla bağdaşmayan kör terör bu ortamı yaratanlara karşı nefreti körükleyecek.
Teröristler tarafından estirilen dehşet “İslam” ve “Allah” adına!
Ve Avrupa’da şimdiye kadar Hıristiyanlarla iç içe yaşayan milyonlarca Müslümanın doğrudan hedef haline gelmesi de kaçınılmaz görünüyor.
Avrupa toplumları içe kapanmaya başladı bile.
Avrupa’da da “gerçek İslam bu değil ” yargısını seslendirenlerin sayısı hiç de az değil, ancak aydınlar, liberaller ve özgürlük yanlıları tarafından gösterilen bu çaba ne yazık ki büyük halk kitlelerine ulaşmayacak.
Avrupa’da yükselen “yabancı düşmanlığı” bir yandan ırkçı hareketlere olan desteği arttıracak, diğer yandan ise siyasette merkezi sert bir etnik politika izleme pozisyonlarına çekecek.
Popülist hareketler seçmenlerin oylarını alabilmek için onların benliklerinde yükselen içgüdüsel korkulara yanıt verecekler.
Mesela, Slovakya’da olduğu gibi “Müslümanlar fişlenecek”.
Mesela Macaristan’da olduğu gibi sınırlara “duvarlar örülecek”.
Mesela Polonya’da olduğu gibi, “mülteciler kotasına karşı çıkmıyoruz, ama Müslüman mülteci istemiyoruz” denecek.
Fransa’da olduğu gibi, banliyöler için “özel bazı yasalar” gündeme getirilecek.
Belçika’da olduğu gibi Müslümanların yaşadığı kurtarılmış bölge gettolara derhal son verilsin histerisi başlayacak.
Batı Avrupa ülkeleri serbest dolaşımı kayıt altına almak için özel önlemler alacak.
Bütün bunlar olurken temel hak ve özgürlükler herkes için kısıtlanacak. Kamusal alanlardaki kameralar çoğalacak, dinlenen telefonların, izlenen maillerin, banka hesaplarının, terör zannıyla fişlenen insanların sayısı görülmemiş bir şekilde artacak.
Ve bunu yaparken siyasiler “Ey Avrupa vatandaşı, hak ve özgürlüklerinizi kısıtladığımızı biliyoruz, ama bunu senin güvenliğin için yapıyoruz”, diyecekler. Ve Avrupa vatandaşı da bunu anlayışla karşılayacak.
Avrupa ülkeleri vatandaşlarının, haklarının ve sorumluluklarının bilincinde olarak yasalar tarafından güvence altına alınan özgür hayatlarını sadece nostaljiyle anacakları günler yakın.
İslam adına işlenen bu terörü masa başında ve çok soğukkanlı bir şekilde tasarlayanların beklentileri birer birer gerçekleşiyor.
Dünya ülkeleri ve hatta toplumlar kamplara ayrılıyor.
Özgürlük ve temel haklar ise estirilen fırtınanın kurbanı oluyor.
Orjinal haber: >>>