İşe giderken her sabah Attila József Sokağından geçerdim. Bazen de yürürken yolum oraya takılırdı. Tuna üzerinden Aslanlı Köprüyü geçip Buda’dan Peşte yakasına geçer geçmez, önce sağa sonra sola dönünce karşıma hemen “Attila József” tabelası çıkardı. Tabelanın altında, kısacık bir ömür sürmüş bu şairin madenden kabartma bir portresi dururdu: “József Attila 1905-1937”.
Macarlar arasında Mehmet kadar yaygın bir isim olan Attila bizde de sevilen bir isim. Sadece onlar Attila, biz bazen Atilla diye çağırırız, çift le ile. Ama Attilâ İlhan da Macarlardaki gibi söylenmiş.
Budapeşte’deyken, Macarların Neruda, Brecht, Lorca, Mayakovski düzeyinde evrenselleşmiş bu ünlü ozanından uzak kaldığım, “Tuna Kıyısında” dışında bir şiirini okumadığım için sonraki yıllarda doğrusu çok hayıflandım. Hele şairin parlamento binasının önünde duran, Tuna nehrinin taş merdivenlerine oturmuş o anlamlı yontusu yok mu? Hani ceketini çıkarıp sol yanına atmış, kollarını dizlerinin üstüne bırakmış, nehrin dipten gelen sesini dinlerken gösteren yontusu yok mu? Her gördüğümde bu yontuyu, aklıma bir şairin olabilecek en “şair” hali, bizdeki “Bir garip” Orhan Veli gelirdi. O yüzden, eksikliğimi gidermek için, yurda döndükten yıllar sonra bulup okudum Attila’nın dertli ama dirençli şiirlerini.
Macar halkının şairlerine, sanatçılarına gösterdiği vefa duygusu, yoksulluklar içinde anasız babasız büyümüş Attila için, bu sokak adıyla ve yontuyla da kalmamış, bir de liseye verilmiş Attila József adı. Belki bilmediğim başka yerlere de verilmiştir. Bizim edebiyatımızda bu akraba ulusun ozanının dilimize kazandırılıp hak ettiği yeri alması ise biraz zaman almış. Ama bu kardeş şairi edebiyatçılarımız çok sevmiş, benimsemişler. Belki de adı Attila olduğu için. Ona Macarların Nazım’ı diyenler de olmuş. Öyle ki, onu ölümsüzleştiren güzel şiirler de yazmış şairlerimiz: bunlar arasında Ataol Behramoğlu, Metin Demirtaş, Kemal Özer, Ahmet Oktay da var. Bu anlamlı şiirlerden Behramoğlu’nunki, Attila’nın “Tuna Kıyısında” şiirine gönderme yaparcasına, “Attila József’in Şehrinde Bir Köprüden Tuna’ya Bakmak” başlığını taşıyor. Şöyle başlıyor şiir:
Viyana Batı Garı’ndan
Sabah 8:30’da kalktı Budapeşte treni, hafifçe sarsılarak
Cebimde bir günlük Macaristan vizesi
Ve tek bir amacım var
Attila József’in şehrinde
Bir köprüden Tuna’ya bakmak…
Şiir çevirisi zor iş. Hatta şiir çevrilmez diyenler de var. Ama Attila’nın şiirlerini de kendi dilimizde Nazım’ı okurken duyduklarımızı duyarcasına okuyabiliyoruz. Attila’nın şiirlerini, işinin ehli Türkolog dostumuz Edit hanım (Tasnadi) ile şair Kemal Özer birlikte, büyük özenle çevirmişler. İlk kitabı Temiz Yürekle adıyla 1986’da Kemal Özer’in gayretleriyle çıkmış. Türkçede ikinci Attila József kitabı ise Evrenle Ölç Kendini adıyla, 2005’te Edebiyatçılar Derneği tarafından yayınlanmış. Sevgi Can Aysevener ile Orhan Tüleylioğlu’nun yayına hazırladıkları bu kitapta, şiirlerle beraber yirmi değerli yazarımızın çözümleme, yorum ya da tanıtım tarzında yazılarına da yer verilmiş.
Bu yazıların içinde belki en sevimlisi, Ziraat Fakültesi mezunu, kalemi güçlü Selçuk Ülger’in, Frankfurt’ta taksi sürücülüğü yaparken aracına binen üç Macar kadınla yol boyunca yaptığı ilginç Attila József söyleşisi gibi geldi bana. Ülger, havaalanından taksisine binen müşterilerine “Attila József’in ülkesinde havalar nasıl?” diye sorar. Macar yolcular şaşkınlıkla, sürücünün hangi ulustan olduğunu merak ederler. Ülger’in Türk olduğunu öğrenince söyleşi Macarcaya yerleşmiş Türkçe sözcüklerle ilerler. Yol uzundur. Yolculardan birinin ofisinin Budapeşte’de Attila József Sokağında olduğu, diğerinin ise Attila József Lisesi’nden mezun olduğu anlaşılınca Ülger kendini tutamaz: Büyük Macar şairi gibi kendisi de genç yaşta annesini yitirmiştir. Yolculara Attila’dan ezbere bildiği “Ana” şiirini Türkçe okur. Yolculardan biri de bunun üzerine şiirin Macarcasını söyleyerek karşılık verir.
Evrenle Ölç Kendini kitabında, Attila üzerine yazılanlar arasında, psikiyatri uzmanı iki değerli hekimin, Selçuk Candansayar ile Yıldırım B. Doğan’ın ilginç makaleleri de yer alıyor. Bu makalelerde, ölümsüz şairin, devası olmayan, kısacık ömrüne musallat olan, onu intihara sürükleyen amansız derdi, yani şizofrenisi hakkında, bu dokunaklı ve ürkütücü hastalığı üzerine de düşünceler dile getiriliyor. Yıldırım Doğan hoca, Attila’nın “Avuçlarıma aldım yine aklımı” dizesiyle, hastalığının insanı yiyip bitiren korkularını acı bir alay haline getirdiğini, onun, dış dünyanın insanı eğip büken, ortasından koparıveren sertliğine aldırmadığını söylüyor.
Selçuk Candansayar hoca ise, “Şizofreni, yol açtığı ıstıraba karşın, kurgusal gerçekliğin ardında yatanı, herkesten, aklına sahip olanlardan çok daha iyi görebilme olanağını da içinde taşır… Şizofreniler çevrelerine ve dünyaya karşı çok güçlü öngörüler geliştirebilirler” diyor.
Bu amansız hastalığı bir yana bırakalım. Toplumsal gerçekçi şiirleriyle biz Attila’nın İspanyol İç Savaşı üzerine yazdığı kısa şiirdeki öngörüsüne bakalım:
Bir İspanyol Çiftçisine Yazıt
Askere aldı beni Franko, acımasız bir er yaptı.
Kaçmadım, çünkü korktum kurşuna dizer diye
Korktum — o yüzden savaştım hak ve özgürlüğe karşı
İrun surlarında. Ve böyle de buldu ölüm beni
Attila’nın aynı çizgide mücadele verdiği partiyle yollarının ayrılması da hayatının önemli bir dönüm noktasını oluşturuyor. Bu anlamda partiden kendisi ayrılan Arthur Köstler ve partiyle ters düştüğü için hapse atılan Tibor Dery gibi yazarlarla benzer kaderi paylaşmış. Attila’nın partiyle bir anlaşmazlık yaşadığı da ileri sürülmüş. Yaşam öyküsünde kendisi de buna gönderme yaparak, “Ozanlar ve Politikacılar birbirlerini çok az anlıyorlar” diye yazmış.
Siyasi meselelerde bunlar yaşanmış olsa da, Attila’nın evrensel ölçülerde bir şair olduğunun ilk farkına varan, bu genç şairle Viyana’da karşılaşan Macar düşünür, siyasetçi ve edebiyat eleştirmeni Georg Lukács olmuş. Bu övgü, Macar yazar I. Meszaros tarafından kaleme alınan Lukács’ Concept of Dialectic, with Biography, Bibliography and Documents adlı kitapta yer almış. Sovyet tarzı ortodoks düşünceden yolunu ayıran ve “Batı Marksizmi” olarak anılan çizgiyi öne çıkaran Lukács tarafındantakdir edilmesi, doğal olarak Attila’yı mutlu etmiş; ablasına yazdığı mektupta, eserlerinin dünya edebiyatı ölçeğinde niteliklere sahip olduğunun kabul edilmesinden duyduğu sevinci paylaşmış.
Her şairi kendi öz değerleriyle anlamaya çalışmak herhalde en doğrusu. Attila’yı büyük bir Macar ozanı yapan dizeleri, kendi dilinde okunduğu zaman mutlaka yıllarca ezberden silinmeyecek duygular, titreşimler yaratıyordur. Tıpkı bizde, “Bir Garip Orhan Veli’yim” şiirinin ya da Nazım’ın Kuvayı Milliye Destanındaki dizelerinin bıraktığı etki misali.
Her şeye rağmen Attila’yı büyük şair yapan kolay bulunmaz özellikler, dokunaklı şiirlerinin canlılığını hep korumasını sağlayan,büyük ustalığı ve içtenliği olsa gerek.