1914’e kadar Macaristan, daha doğrusu Avusturya-Macaristan monarşisi, kapitalizmin yoluna girmekle birlikte feodal yapılarını muhafaza eden bir ülkedir. Modernist hareketler geleneğe ve İmparatorluğa birer hakaret olarak görülür. Resmî dil Almanca, kültür ise Viyana’nınki. Entelektüeller arasında Fransızca konuşmak yeğlenirken, Macarca konuşan ve ulusal geleneği canlı tutanlar köylüler.
Feodal sistemin kudreti Macaristan’ı felç noktasına getirmiş göründüğünden en çılgın hayaller kültüre yöneltilir. Toplumu değiştirmek mümkün görünmez, o halde kültürü değiştirmek gerekir. Bu bağlamda, aniden bir dergi ve bir şair, toplumsal bir dönüşüme özlem duyanların etrafında toplanacağı birer sembol haline gelir: Nyugat topluluğu ve Endre Ady.
Nyugat (Batı) her şeyden önce Macar kültürünün geleneksel formlarında açılan bir gedik. Miadı dolmuş bir gelenek karşısında, dergi ve çevresinde oluşan topluluk yüzünü Batı’ya döner. Nietzsche, Bergson ve özellikle de sembolizm yorumlanır. Bu edebiyat dergisine paralel olarak daha sosyolojik nitelikteki –Huszadik Szazad (Yirminci Yüzyıl) veya Sosyal Bilimler Topluluğu gibi– başka yayınlar gelişir ve muhafazakarlığa karşı mücadeleyi genişletir. Bartok ve Kodalyi, Macar halk müziği hakkında belgeler toplarken, genç entelektüeller bir Macar tiyatrosuna hayat vermeye çabalar. Aralarında Georg Lukács’a rastlarız. Nyugat yalnızca bir sanat dergisidir fakat modernlik ve yenilenme, hatta devrim hayalini kuranların simgesi haline gelir. Endre Ady, 1906’da Yeni Şiirler’ini (Uj Versek) yayınladığında, bu cilt bir manifesto yerini tutar. Ya skandal ya tapınma konusu olur. Ady’nin yanında ya da karşısında yer almak, modernite, Macar edebiyatı ve bizzat Macaristan’dan ne beklendiği konusunda tutum almak anlamına gelir.
Gençlik bu konuda tereddüde düşmez ve Ady’yi idolü, üstadı olarak benimser. Bundan böyle tüm Nyugat hareketi onun ilhamını taşıyacaktır. En ateşli hayranları arasında genç Lukács’ı buluruz. Hatta bu onun için eşsiz bir olaydır: Ady, Lukács’ın hakikaten hayranlık duyduğu tek avangard şair olacaktır, çünkü onda bütün bir dünya görüşünün sözcüsünü görür. Fakat o dönemde, kendi kuşağının birçok genç entelektüeli gibi (örneğin Béla Balázs) Lukács da yüzünü Almanya’ya dönecektir. Önce Berlin’e, ardından Heidelberg’e giderek, Bloch ve Weber’le yakınlaşarak, Macaristan’ın kültürel ve siyasal ufkunu tümüyle terk etmiş gibi görünür. Esasında hiç de öyle değildir. Ruh ve Biçimler’deki trajik dünya görüşünün olumlanışının, Dostoyevski’de aradığı ve tekrar Roman Kuramı’nda bulacağımız mesiyanik umudun ardında yatan, muhtemelen kapitalizme duyduğu nefret ve Macaristan’da devrimin imkânsız olduğuna dair kesin kanaatidir.
Oysa bu devrim gelecektir: Avusturya-Macaristan monarşisinin harabeleri üzerinden 31 Ekim 1918’de yükselecektir. Fakat demokratik burjuva devrimini temsil eden Kont Karolyi de tutunamaz. İttifak devletlerinin talepleri ve Macaristan’ın işgali tehdidi karşısında yeterince geniş bir halk desteğinden faydalanamaz. Bu desteği gerçek anlamda yalnızca Macaristan Komünist Partisi ve lideri Bela Kun elde eder. Bu parti, tıpkı kurucusu gibi –ki o da hâlâ gizemini koruyan bir simadır– uzun süre azımsanmıştır. Buna rağmen Karolyi iktidarı proletaryaya teslim etmek zorunda kalır. O sırada tutuklu olan Bela Kun hükümet başkanı olur. Ardından gelecek baskı dalgasıyla kanlı biçimde dağıtılana kadar bu “Komün” 133 gün boyunca yaşayacaktır.
Devamını oku
Kaynak: www.e-skop.com