Macaristan’da yaşayan Türkler arasında geçmişi on yıllara uzanan ve ağızlarda sakız gibi çiğnenen bir yakınma vardır: “yahu şu ülkede, şu koca şehirde neden gerçek bir memleket restoranı yok?”
Bakın, restorandan bahsediyoruz, hazır yemeklerin sıra sıra dizildiği tezgâhın yanında bir yandan da dev döner cihazlarının ayaküstü hizmet verdiği lokantalardan değil. Onlardan Budapeşte’de artık her köşe başında var.
Ama restoran yok!
Arada bir gidilip, yüzyılların damıttığı memleket mutfağının tatlarının: mezesinden, çorbasından, kebabına, zeytinyağlısından deniz ürünlerine, rakısından şarabından, tatlısına, demli çayından kısık ateşte pişen mis kokulu kahvesine kadar masanıza servis edileceği bir restoran neden yok?
Eşimizi dostumuzu, Macar tanıdıklarımızı, iş arkadaşlarımızı ülkemiz mutfağıyla gurur duyacağınız bir mekâna davet edebilme şansından neden mahrum kalıyoruz?
Aslında bu soruyu soran herkes, sorunun yanıtını da bilir: çünkü bu tür restoran ciddi ve zahmetli bir iştir. Hızlı servis veren, ayaküstü tüketilecek yemekleriyle gece yarılarına, hatta sabahlara kadar açık kalan dönercilerden kolayca kazanacağınız parayı restorandan o kadar kolay alamazsınız.
Lokantaların riski azdır, ama kaliteli ve bu nedenle fiyatı görece yüksek restoranlar ise risklidir. Bu nedenle yatırımcılar bu işe kolay kolay fon ayırmazlar.
İşte bu nedenle, Türkiz restoranın açıldığı haberi Budapeşte’nin Türkiye ve hatta diğer Akdeniz ülkeleri kökenli sakinleri arasında hızla yayıldı ve sevinç yarattı.
Peki, ama nasıl bir restoran? Mekân, yemekler, hizmetler nasıl?
Bunun yolu gidip görmekten geçiyor, öyle değil mi? Macarların deyimiyle, “Pudingin iyi mi kötü mü olduğu ancak yediğinizde anlaşılır.” Biz de öyle yaptık, Türkiz restoranı ziyaret ettik.
Restoran Budapeşte’nin en güzel bölgelerinden birinde, şehrin merkezinde, Parlamento’nun ve iş merkezlerinin bulunduğu 5. bölgede yer alıyor. Restorandan yirmi metre uzaktaki köşe başından başınızı çevirdiğinizde karşınızda bütün ihtişamıyla parlamento binasını görüyorsunuz.
Yer seçimi on numara. Kossuth meydanı ve Nádor utca köşesindeki binanın zemin katı restoranın kalbi. Altta mutfak ve üstte yine konuklar için hazırlanmış bir yemek salonuyla toplam 80 kişiye hizmet verebilecek bir mekân.
Kendilerini facebook sitesinde şöyle tanıtıyorlar:
“Anadolu’nun çok renkli kültürel yapısını ve mutfağını,
özel itinayla hazırlanmış Akdeniz yemeklerini Budapeşte merkezine getiriyoruz”.
Gerçekten de restoran, içeriye adım attığınız andan itibaren sizi Anadolu’ya götürüyor.
Zevkle ve belli ki özenle hazırlanmış iç dekorlar, Turkuaz renklerin hâkim olduğu Kütahya kökenli çiniler, Anadolu motiflerinin iç mekânlara zarifçe birer ayrıntı olarak sindirilmiş motifleri ve geri plandaki Anadolu müziği birden bir zaman tüneline girmişsiniz hissini uyandırıyor. Ama restoran tüm bu otantik özelliklere rağmen aynı zamanda son derece modern.
Bilal Aslan restoranın güler yüzlü işletmecisi ve ortaklarından biri. Bizi restoranda gezdiriyor, bilgi veriyor, Türkiye’den gelen mutfaktaki şeflerle tanıştırıyor.
Hava çok sıcak, içerisi serin olmakla birlikte açık havadaki terasta oturmayı, akşam saatlerinde tamamen sessizleşen Nador sokağının geniş kaldırımlarında yer alan masalarda yemek yemeyi tercih ediyoruz.
Mekan tam not aldı, sıra yemeklerde
Meze tabağımızda içli köfte, çiğ köfte, humus, kurutulmuş patlıcandan hazırlanmış Antep dolma, çoban salata, muhammara ve yaprak sarma var.
Ve elbette yanında aslan sütü! Servis özenle seçilmiş porselen tabaklarda geliyor. Yeteri kadar buz ve bir sürahi su da rakıların yanında masada yerini alıyor.
Bu kadar güzel içli köfteyi ne zaman ve nerede yedik acaba? Humus da tam not alıyor. Çiğ köftenin tadı mükemmel olmakla birlikte acı biberini birazcık fazla buluyoruz. Yanındaki isot biberli sosu çok başarılı! Antep dolma tam olması gerektiği gibi; patlıcanlar diriliğini hala bir şekilde muhafaza ediyor. Fırından yeni çıkmış sıcacık küçük pideleri kaliteli zeytinyağına bandırıyoruz. Ağzımızda eriyen Anadolu tatlarına memleketin herhangi bir köşesinde değil de Budapeşte’de ulaşabilmek inanılır gibi değil.
Güler yüzlü servis elemanları, rahatsız etmeden, ama sık sık bir isteğimizin olup olmadığını soruyorlar. Biraz sonra başındaki kepiyle şef geliyor, yemeklerini nasıl bulduğumuzu soruyor. Saygılı, güler yüzlü ve son derece alçak gönüllü tavrından bu işin erbabı olduğu hemen belli oluyor. Kısa sohbetimizde Budapeşte’ye İstanbul’un ünlü Kaşıbeyaz restoranından geldiğini öğreniyoruz. Mutfaktaki elemanların tümü bu restoran için Türkiye’den gelmiş.
“Ne tavsiye edersin bize bu akşam?” diye soruyoruz ustadan. Kendinden emin tavırlarla gülümsüyor: “Nasıl olsa sık sık geleceksiniz, bu akşam size kuzu şiş ve adana yapacağım” diyor ve “kuzu şişte eti ne kadar pişireyim”, diye soruyor. “Orta derecede pişsin” diyoruz.
Ustanın neden kuzu şiş tavsiye ettiği yemekler servis edildiğinde anlaşılıyor: etler yumuşacık ağızda eriyen türden. Pişirmede orta kıvamı tercih etmek de isabet olmuş. Adana kebap da çok lezzetli, ancak biber kullanımında biraz cömert davranılmış.
Yemeklerin ardından sıra künefeye geldiğinde, bitmez tükenmez enerjisiyle her tarafa yetişen Bilal Aslan yine masamıza geliyor. “Künefe nasıl?” diye soruyor. Peyniri erimesine rağmen, tadının içinde hala çıtır çıtır kalabilen künefeye on numara verdiğimizi söylüyoruz.
Bilal Aslan tebessümle bakıyor, “Daha işin başındayız” diyor, “her şey çok daha güzel olacak, Anadolu tatlarının yanında Akdeniz mutfağını ve en önemlisi memleketimizin konukseverliğini de Budapeşte’ye taşıyacağız”.
Ve okuyucular için gerekli somut ek bilgiler:
- Porsiyonlar, sadece görsel estetik düzenlemeli minik değil, doyurucu miktarda.
- Fiyatlar için “Budapeşte’de orta sınıf restoranların üst kategorisi” tanımlaması yapılabilir. Ama menüde her bütçeye uygun yemek bulmak da mümkün.
- Ulaşım açısından yer çok uygun. Akşam saatlerinde bölge boşaldığı için park yeri bulmak sorun değil. Ancak bir kadeh bir şey içmek isterseniz, toplu taşıma ile de bölgeye ulaşabilirsiniz. Metro ve otobüs hatları da çok yakın. Tam adres: 1051 Budapest, Nádor utca 36.
Tarık Demirkan