Avrupa Hunlarinin tarihi kökenleri üzerine görüşler

Ani hareketleri ile yüksek dağlardan esen kasırgalara benzetilen Hunların menşei, klasik ve modern devir tarihçilerini uzun süre meşgul etmiştir. Bizans, Latin ve Ermeni tarihçiler Hunları İskit, Kral İskitleri, Massaget; Suriye kaynakları bazen Ostrogot adı altında zikretmişlerdir. Priskos’un anlattığına göre bunların barbar vahşi kavmi Maeotis bataklığının öteki kıyısında oturuyorlardı. Bu kavmin avcıları Maeotis’in iç kısımlarında kıyıda avlanırken dişi bir geyik karşılarına çıkmış ve onlara yol gösterici olmuştu. Dişi geyiği takip eden avcılar bataklığı geçtiler ve İskit ülkesine geldiler. O zaman dişi geyik ortadan kayboldu.

Eski Avrasya tarihi ile ilgilenen tarihçiler arasında XVIII. Yüzyılda Deguignes’in eseri yayımlanmıştır. O, Hunların Hiung-nular (Asya Hunları) ile aynı kökten geldiklerini ortaya atmış ve bu da ciddi tartışmalara konu olmuştur. Günümüzdeki delillerin ortaya çıkmasını ise Alman âlimi Frierdich Hirt’in yapmış olduğu çalışmalara borçluyuz. Nitekim Kuzey Çin’de hüküm süren Wei hanedanının Wei-Shu adlı salnamesindeki bilgileri, batı kaynakları ile mukayeseye giderek Hunlar ile Hiung-nular’ın aynı kavim olduklarını açıklamaya çalışmıştır. Bu yıllıkta, (M.S. 452-466) Kao-cung döneminde uzaklardaki Szu-tö ülkesinden kraliyet sarayına elçiler geldiğinden bahsedilmekte idi. Çin kaynaklarında Szu-tö ülkesinin elçiyi gönderen kralın adı ise Hu-ni idi. Hirth, bu elçiler hususunda araştırmalarını derinleştirmiş, Hu-ni adlı handan üç nesil kadar evvel, yani yüz yıl önce (M.S. 355) Hiung-nu halkı Szu-tö ülkesini, eski sahipleri nedeniyle adı A-LA-NA olan bu ülkeyi ele geçirmişlerdi. Batı kaynakları ise Alanlar’ın Hunlar tarafından mağlup edildikleri ve ülkelerini terkedip Batı’ya göçmek zorunda kaldıklarını bildiriyordu. Bundan çıkan sonuca göre, Batı ve Çin tarihçileri aynı olayı değişik adlarla zikretmişlerdi. Hun halkı, Hiung-nu’lardan başkası değildi. Hu-ni adlı Han da, Attila’nın en küçük oğlu İrnek olabilirdi. Hirth’e göre Szu-tö ülkesinden gelen elçiler büyük ihtimalle Attila ve kardeşi Bleda’nın emri ile Çin imparatorluk sarayına gelmişlerdi. (435-437)

Hunlar, yukarıda zikredilmiş olduğu üzere, Maeoti bataklığının doğusundaki Buz denizi kıyılarında yaşıyorlardı ve Alanlar’ı yerlerinden etmişlerdi. Ve bu bataklıklardan kutsal bir geyik önderliğinde çıkabilmişlerdi. Bizans kaynakları da bu efsaneye yer vermişlerdir. Bu, doğrudan Hun efsanesidir. Bizans kaynakları bu efsaneyi Kırım Boğazı bölgesine bağlamaktadırlar. Araştırmaların, XVIII. yüzyılda Çin kaynaklarına yönelmesiyle birlikte Deguignes de Asya ve Avrupa halkları arasında bağlantılar kurmaya çalışmıştır. Tezinde, Çin’in kuzeyindeki Hiung-nu adlı halkın, aslında kavimler göçünü başlatan Avrupa halklarıyla ilişkili olduğunu öne sürmüştür.
Ligeti ise bu iddialara katılmaz. Ona göre o tarihlerde Hiung-nu adlı bir halk o topraklarda yaşamıyordu. Szu-tö ülkesinin halkı, İran dillerinden olan Sogdlar idiler. Bu halkın siyasi yükseliş devri tam da sözü edilen tarihlerde başlamış ve Türk İmparatorluğunun başlamasına kadar devam etmişti. Hu-ni’nin Attila’nın oğlu İrnek ile aynı şahıs olarak gösterilmesi ise maceracı bir iddia idi. Ammianus için Hunların hikâyesi doğu Avrupa’da Azov Denizi’nin kuzeyinde veya kuzeydoğusunda başlamıştır. Onların bu yurtlarını niye terk ettiği konusunda bir yorum getirmez.

Hikâyeye göre Gotlar ve Hunlar birbirlerinin varlıklarından haberdar olmadan uzun süre yan yana bölgelerde yaşamışlardı. Onları ayıran Kerç boğazıydı. Her iki millet de ufkun ötesinde kara olmadığını düşünüyorlardı. Ancak bir gün bir at sineği tarafından ısırılan Hunlara ait bir buzağı bataklık sularını aşarak karşı kıyıya geçince olan oldu. Çobanı da onu takip etti ve önceleri var olmadığına inanılan bir diyar bularak geri dönüp bunu kendi diyarının insanlarına anlattı. Bu hikâyenin bir de alternatifi vardır ki, bir erkek geyiği takip eden Hun avcılar kaçan avlarının peşinden boğazı geçmişlerdi. Geldikleri yerin yumuşak havası ve toprağın verimliliği onları şaşırtmıştı ve geri dönüp diğer Hun yurttaşlarına iyi haberi vermişlerdi. Sonuçta bir buzağı mı yoksa bir geyik miydi bilinmez ama Hunlar kısa zaman sonra bütün güçleriyle boğazı geçip Kırımlı Gotlara saldırmışlardı.

Antakyalı bir Rum ve asker olan IV. Yüzyıl Roma tarihçisi Ammianus Marcellinus kendi tarihinde Hunların yurdunu: “Azak denizinin ötesinde buzlu bir okyanusa yakın” bilgisini vermektedir. Hun devletinin şüphe götürmeyen çok dilli doğası aynı zamanda karma bir nüfusu gösteren arkeolojik buluntuların kanıtlarıdır. 375’de Hunlar, belki doğudan gelen baskı sebebiyle İdil’i geçmiş, Don bölgesindeki Alan kabilelerini ezmiş, Balamber yönetimindeki Hunlar daha sonra bir direnişin ardından intihar eden Ermenrich yönetimindeki Ostrogotların üzerine çökmüşlerdir. Pannoya (Macaristan) ve çevresini denetimleri altına almışlardır. Çin, politika yolu ile Hunlar’ı ikiye parçalamış, Çin hâkimiyeti altına girmek istemeyen Hun kitleleri Batı’ya doğru göçmeye başlamışlardır. Orta Asya’da birikenler Akhunlar’ı kurmuşlar, Güney Rusya’ya doğru yönelenler Attila ve Hunları’nın ortaya çıkmalarına ve yayılmalarına vesile olacaklardır.
Onlar, tarih sahnesine çıkmadan evvel Güney Rusya’da epey bir süre kalmışlardır. Gotlar ile sıkı ilişkiler kurmuşlar ve 395 yılında Gotlara son vermişlerdir. Anadolu ve Urfa’ya dahi inmişlerdir.

Bir gün bir çoban, sapından yere çakılı bir kılıç bulmuş ve kılıcı hemen Attila’ya götürmüş, Attila bu kılıcı görünce çok sevinmiş ve dünya egemenliğinin Tanrı tarafından kendisine verildiğini söylemiştir. Attila, Hunlar’a göre Tanrının kılıcı ve kırbacıdır. Çünkü Tanrı, O’nu günah işleyenleri ve ahlak yolundan sapanları cezalandırmak için göndermiştir.
Hunlar, İdil (Volga) nehrini 370-375’de geçince önce Kafkasya’nın kuzeyindeki Alanlar’ın bir kısmını yerlerinden çıkartarak Batı’ya doğru itmişlerdir. Alanlar’ın bir kısmı ise Kafkaslarda dağlara sığındılar ve uzun zaman burada kaldılar. Bunların halefleri ise halen Kafkaslarda yaşayan Osetlerdir. 370-375 yıllarında ise büyük bir hamle ile İdil nehrinin batısına gitmişler, Doğu Gotlarını yenilgiye uğratmışlardır. Ostrogotlar da Vizigotları sıkıştırıp hareket ettirmiş ve kavimler göçü meydana gelmiştir. Batı Roma İmparatorluğu da yıkılmıştır.
373 tarihlerinde Urfa’ya kadar gelen Hunlar hakkında Urfa Piskoposu Efraim şu bilgileri vermiştir: “Yecuc ve Mecuc süvarileridir. Küheylanların sırtında fırtına gibi uçarlar, karşılarında durabilecek kimse yoktur.”

Ptolemaeuos’un zikrettiğine göre ise Hunlar, Kafkasya’nın batısında Aral denizinin doğu kıyısının iç bölgelerinde bulunmaktaydılar. Ali Ahmetbeyoğlu, bütün bu deliller ile Hunlara ait arkeolojik malzemelerin benzerlik göstermesi ve Attila’nın oğulları başta olmak üzere bazı Hun isimlerinin Türkçe olmasının, Avrupa Hunlarının Asya Hunlarının bir devamı olduğunu ortaya koyduğunu ifade etmektedir. (Attila’nın etrafındaki insanların adlarında Türkçe de kullanılmıştır: Muncuk, Boncuk; Dengizik, Denizcik; Ernek, Küçük Parmak gibi.)

 

KAYNAKLAR:

Akdes Nimet Kurat, IV.-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Murat Kitabevi Yayınları, Ankara 1992.
Gyula Nemeth, Attila ve Hunlar, Çev. Tarik Demirkan, Kömen Yayınları, Konya 2014.
Elizabeth A. Thompson, Hunlar, Çev. M. Sibel Dinçel, Phoenix Yayınları.
Ali Ahmetbeyoğlu, Avrupa Hunları, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2013.
Peter Golden, Türk Halkları Tarihine Giriş, Çev. Osman Karatay, Ötüken Yayınları, İstanbul 2014.

Aybike GÜZAY

Devamı