Sınırlar arasında bir nehir, iki şehir ve iki ülke.
Komárno Slovakya sınırında ve Komárom ise Macaristan sınırında bir şehir.
İki şehir birbirine Erzsébet köprüsüyle bağlı. Her iki ülke de AB üyesi olduğu için köprüde sınır kontrolleri de yok.
Şehir Budapeşte’den 1 saat Győr şehrinden 20 dakika tren mesafesinde.
Bu şehri keşfetme hikâyem aslında Győr ziyaretim sırasında oldu. Trenle Győr’e giderken internetten haritadaki konumuma baktığımda Slovakya’nın çok yakınından geçtiğimizi fark ettim ve sonra bir baktım ki karşıda görünen şehir Slovakya sınırıymış sonra arkadaşımla bu şehri ziyaret etmeye karar verdik.
Komárom tren istasyonuna geldiğinizde hemen çıkışta sizi Macarca, İngilizce, Slovakça ve Almanca tabelalr karşılıyor. Bu tablodan renkli bir topluluğa misafir olduğunuzu anlıyorsunuz.
Tren istasyonundan 5-10 dakikalık kısa bir yürüyüşten sonra Erzsébet köprüsüne ulaşıyorum. Köprüde yürümeye başladıktan 2-3 dakika sonra köprüde AB ve Slovakya bayraklı tabelalar karşılıyor ve artık o andan itibaren Slovakya’dayım.
İki şehir yürüyüş mesafesinde ancak para birimleri farklı, Slovakya avro kullanırken Macaristan Forint kullanıyor.
Fiyatlar yüksek değil. Köprünün sonunda beni döviz büroları karşılıyor.
Sıradan bir Cumartesi günü için sokaklar oldukça sessiz ve tenha görünüyor. Dükkân isimlerinde Slovakça ve Macarca birlikte kullanıyor. Her iki şehir de birinci dünya savaşının açtığı yaraları birlik içinde ve barışla çözmüşe benziyor.
Kışın dondurucu soğuğundan kaçmak için hemen bir kahveci arıyoruz arkadaşımla ve şehir merkezinde Americano isimli bir kahveciye giriyoruz. Slovakça ve Macarcanın birlikte kullanılması bu kahvecide de göze çarpıyor.
Kahveye girdiğimde hangi dilde konuşmam gerektiği konusunda kararsız kalıyorum ve sonra sessizce “Macarca biliyor musunuz?” diyorum. Adam güler yüzle „elbette” diyor. İşte O zaman henüz daha sıcak bir şeyler içmeden gönlüm ısınıyor bu şehre.
Satıcı öylesine kibar davranıyor ki çıkasım gelmiyor kahveciden. Bizim siparişimizi aldıktan sonra Slovakça konuşarak diğer müşterilerle ilgileniyor. Merakıma engel olamadan soruyorum kahveciye:
-“Burada herkes Macarca biliyor mu?”
-Evet burada hemen hemen herkes iki dili de konuşur” diyor. Sonra sipariş ettiğim sıcak çilekli içeceğimizi ve kakaolu pastayı getiriyor ve
– “Buyurun beyefendi” diyor.
En ilginci ise Macarca aksanımdan ve görünüşümden yabancı olmamı anlamasına rağmen hiç nerelisiniz demiyor çünkü Herkese o şehrin insanıymışçasına davranıyor.
Sıcak içeceğimi içtikten sonra şehri gezmeye başlıyorum. Bir Cumartesi gününe göre şehirde hemen hemen tüm dükkanların kapalı olması dikkatimi çekiyor.
Şehrin kiliseleri ve mimarisi oldukça güzel. Şehir ayrıca Macarca eğitim veren Selye János üniversitesine de ev sahipliği yapıyor. Şehirde bir müze ve bir de kale bulunuyor. Ancak onların da kış döneminde hafta içi açık olduklarını öğreniyorum.
Şehir meydanında Birinci Dünya Savaşında Macaristan’a göç etmeye zorlanan Macarlar anısına yapılmış bir anıt bulunuyor ve fotoğrafını çekerken empati kuruyorum o insanlarla, kalbim sızlıyor.
Şehre veda ederken bütün mutluluk ve hüzün duyguları birbirine karışıyor içimde.
Seyahat etmeyi sevenler ve farklı kültürleri tanımak isteyenler için bu şehri herkese tavsiye ederim.
Alptekin Atik – Türkinfo