“Kanuni Sultan Süleyman’ın Kayıp Mezarının Araştırılması Projesi” kapsamında İstanbul’da 26 Nisan salı günü düzenlenen ve 11 ülkeden yüzün üzerinde araştırmaxının katıldığı panelde Macar delegasyonu tarafından sunulan ve son bilgileri içeren son rapor:
Araştırmada izlenen yöntem ve ulaşılan sonuçlar.
2012 yılının Kasım ayında Macaristan Ankara Büyükelçisi Dr. János Hóvári’nin önemli katkıları sonucunda TIKA ve Zigetvar belediyesi arasında bir destek anlaşması imzalandı. Bu anlaşmaya göre Kanuni Sultan Süleyman’ın Zigetvar’da bir zamanlarki türbesini saptamak amacıyla bir araştırma ekibi oluşturulacaktı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük padişahı olan Kanuni’nin Zigetvar’daki mezarını içeren türbenin yeri aradan geçen yüzyıllar içinde unutulmuş ve bunun sonucunda da her hangi bir iz bile bırakmadan kaybolmuştu. Bu nedenle bir zamanlarki türbenin yerinin tam olarak nerde olduğunun tespit edilmesine yönelik çalışmalar 19. yüzyılın büyük keşiflerini anımsatan bir çalışmaydı.
2013 yılında çalışmalar tamamen yeni yöntemlerle başlatıldı: her şeyden önce bu araştırmalarda coğrafi bakış açısı temel alındı. Doğal bilimlerin araştırmadaki yeri arttırıldı. Kullanılan kaynaklar ve enformasyonlar çoğaltıldı ve sıkı bir ekip çalışması başlatıldı. Türbenin yerinin tespitine yönelik çalışmada önce Zigetvar kalesine kıyasla kuzey istikametinde kalan Almas deresi yöresi ve Kuzey Doğu yönündeki Türbek mahallindeki Aziz Maria kilisesi ve civarı dikkat merkezine alındı.
Çünkü bu yöreler hem bu bölgede yaşayanlar tarafından ve hem de bilim dünyasının bazı şahsiyetleri tarafından Sultan’ın otağının olduğu ve hayatını kaybettiği ve daha sonra da türbesinin kurulduğu yer olarak anılmaktaydı. Buna bağlı olarak da daha 1994 yılında Almas deresi civarında Macar Türk Dostluk Parkı alanında sultan için sembolik bir mezar yeri bile hazırlanmış ve de adı geçen kilisede hem 1913 yılında ve hem de 1939 yılında yerleştirilen birer kitabeyle bir zamanlar Sultan’ın türbesinin orada olduğu ilan edilmişti.
Bu tür efsanelere karşın alansal enformasyonlara daha çok rağbet eden araştırmalar, ki bu araştırmalar bölgedeki akarsu yatakları hareketlerini, karayolları ağını ve de bölgede tarım arazilerinin kullanıma açılması sürecini tarihsel olarak da canlandırmayı hedeflemişti, kısa süre içinde şu gerçeği tespit etti: araştırmaya söz konusu olan zaman filimi içinde, yani 1566-1689 yılları arasındaki dönemde Almas deresi etrafındaki bölge geçici olarak sular altında olan bir bölgeydi ve bu nedenle de bu tür binaların inşaatına ve hem de kalıcı yerleşim yerleri oluşturulmasına elverişli değildi. Buna bağlı olarak şu gerçek de ortaya çıktı ki, düzlük bir alanda bulunan bugünkü Aziz Maria kilisesi ve etrafı, kaleyi görmemesi nedeniyle kale kuşatmasının yönlendirilebileceği bir alan olma özellikleri taşımıyorlardı. Ki bunun da ötesinde daha önemlisi bu bölgede 2004 yılında gerçekleştirilen jeofizik araştırmalar ve de bunu destekleyen bu bölgede 1971 ve 2009 yılında gerçekleştirilen arkeolojik araştırmalar kilise civarındaki bölgede tek bir kalıcı büyük bir bina kalıntısı, ve savunma hendeği veya duvar gibi, daha geniş bir yapının bir zamanlar inşa edildiğine dair hiçbir kanıt ortaya çıkarmamıştı.
Yeni ortaya çıkarılan ve değerlendirilen bazı kaynaklar ve şimdiye kadar bilinen belgelerin yeniden ele alınması da Almas deresini ve Türbek kilisesini tamamen ihtimal dışı bırakmıştır. Ve bunların da ötesinde bundan sonraki aşamalardaki araştırmaların yeri olarak da Türbek-Zsibot Üzüm tepesini gündeme getirmiştir. Belgelerin tanıklığına göre Zigetvar kalesinden bir saatlik bir mesafede, 4-5 km uzaklıkta bir zamanlar Zsibot’a bağlı olan Türbek üzüm tepesinin yüksek bir noktasında, mısır tarlaları ve üzüm bağlarının kesiştiği noktada bir zamanlar bir türbe ve bunun etrafında da binalar bulunmaktaydı. Türbenin etrafında bulunan ve halk arasında “Türk suru” olarak tanımlanan duvarlara dair bugüne kadar gelen bazı belgeler, bir zamanlar ziyaretçiler tarafından sık sık ziyaret edilen ve ortaçağ haritalarında ortalama veya ondan daha büyük bir yerleşim merkezi olarak tasvir edilen Türbek adındaki yerleşim yerinin nasıl olduğu üzerine de bilgiler içermektedir: “Bir zamanlar Türbek’te Türkler döneminde Hıristiyanlar surların ötesinde idiler, surların iç tarafında ise Türklerin Şeyhi ya da onların başpiskoposu vardı, ayrıca onun yanında da Bir Çok Başka Din Alimi ki onlar Sofu (Sufi) olarak iç kısımdaki Manastır gibi inşa edilen bir Konakta çalışmaktaydılar…”
Kaynaklar tarafından belirlenen alanda keşiflerimiz esnasında geniş bir alana yayılan, 3-4 hektarlık bir alanda Osmanlı döneminden kalan kalıntılarla karşılaştık. Bu alanda 2014 yılında kalıntılar üzerinde bir yoğunluk araştırması yapıldı ve buradan da bu bölgenin çekirdek olarak tanımlanan merkezini belirledik. Bunun ardından yine aynı yıl gerçekleşen araştırmalarda jeofizik yöntemlerle Mekke’ye doğru konuşlandırılan 3 büyük bina kalıntısı tespit edildi. Tüm bu araştırmalar 1972 yılında gerçekleşen arkeolojik kazılar sonucunda bulunan ve önce sıradan bir bina, daha sonra ise Türk kalıntıları ye da gözleme kulesi olarak adlandırılan kalıntıların bulunduğu alanda oldu.
2015 yılının sonbaharında üç binadan oluşan bu grubun en küçük olanının kazısı gerçekleşti. Bu sayede şekillenen bina kare şeklinde bir plana sahipti ve Kuzey Batı istikametinden üçlü bir ön avludan geçilerek giriliyordu. Taş levhalarla kaplı bir binaydı ve binanın merkezi sayılabilecek odanın ebatları 7,8 x 7,8 metre idi. Binanın duvarları 1 – 1,5 metre kalınlığındaydı ve duvarlar taşlardan ve Türk imalatı tuğlalardan örülmüştü. Binanın ortasında kazı esnasında oldukça büyük, yaklaşık 2 metre derinliğinde bir çukurla karşılaşıldı. Bu büyük bir olasılıkla 17. yüzyıl sonlarındaki hazine avcıları tarafından kazılan ve büyük bir ihtimalle efsanelere göre Sultanın iç organlarının konulduğu “altın sandığı” bulmaya yönelik kazının sonuçları olsa gerekti. Binada mihrabın ya da minarenin izlerine rastlanamadı. Şansımıza burada hala kalan ve kazıda ortaya çıkan taşlar Sultan Süleyman’ın İstanbul’daki mezarındaki süsleme taşlarla benzerlikler taşımaktaydı. Bu kazıdan çıkan sonuç tartışmasız bir şekilde, hem Macar ve hem de Türk araştırmacılar tarafından İmparatorluk binası, ya da Sultan binası olarak adlandırılan bir zamanlar burada olan bina Sultan Süleyman’ın türbesinden başka bir şey değildi.
Kazınan ardından gerçekleşen jeofizik tetkikler, tahminleri de doğru çıkarak bir şekilde türbe olduğu var sayılan yerden kuzey batı istikametinde mezarın bulunduğu binanın planına çok benzeyen bir plana sahip olan, ancak ondan biraz daha büyük ikinci bir binanın izlerine de rastladı. Bu binanın izleri üzerinde uzmanlar bir minarenin de temeli olabilecek bazı kalıntılara da ulaştılar. Türbe ve cami oldukları varsayılan binaların yanı sıra, daha 2014 yılında izi bulunan üçüncü, bina, 1664 yılındaki kış seferinde Pál Esterházy tarafından hazırlanan tasvirlerde var olan bir derviş tekkesi olabilirdi. Ancak o zamanki tasvirlerden farkı sufi dervişlerin genellikle L şeklindeki odaların da bulunduğu koridor bu binada 1664 yılı sonrası U şekline dönüştürülmüştü.
Üç binanın sıralanması kuzey batı istikameti yönünde tekke türbe cami şeklindeydi ve bu da tarihsel kaynaklara denk düşmekteydi. Çünkü tarihsel tanıklıklara göre bu bölgenin kurtarılmasının ardından Hıristiyan ayini türbede değil, yine kutsal bir mekân olan tekkeye yakın camide gerçekleştirilmişti. Her ne kadar bu binada Pecs şehri başpiskoposu Mátyás Ignác Radonay defalarca ayin gerçekleştirmiş olsa da bu cami 1692 yılında yıkılmış ve caminin inşaatında kullanılan malzemelerden de başka yerlerde yararlanılmıştı. 16. ve 17. yüzyıllarda yavaş yavaş tarım alanı haline gelen Türbek bölgesinde zamanla geçmişte burada neler olduğu da unutulmuştu.
Uzun bir süre “kaybolan” türbenin yerinin tespit edilmesiyle araştırmaların sonunun geldiği söylenemez. 2016 yılının ilkbahar ve yaz döneminde planlara göre cami olduğu varsayılan yerde kazının gerçekleştirilmesi gerekiyor. Bu arada bu mevziiyi çevreleyen korunma amaçlı hendeğin ayrıntılı ve tam bir şekilde tespiti de gerekmektedir. Bu arada uçakla gerçekleştirilecek olan lazer çekimleriyle, alıntılanan tarihsel kaynaklar tarafından belirtilen bu yerleşim yerinin Hıristiyan mahallesinin, merkeze göre hangi istikamette kaldığı üzerine de bilgi alınabileceği düşünülüyor. Bunlarla birlikte amacımız kaynakların taranması ve arkeolojik çalışmalar sayesinde öğrenmek istediğimiz sadece bu yerleşim biriminin nasıl olduğu, buradaki binaların yeri ve şekli değil. Araştırmaların burada yaşayan Müslüman Türk ve Bosnalıların ve de Hıristiyan dinine bağlı Hırvat ve Macar sakinlerin hayatına ışık tutacağını da umuyoruz.
Araştırmanın organizasyonu

TIKA ve Zigetvar arasında 2012 yılı sonunda varılan sözleşme araştırma konusunda Dr. Norbert Pap’a (PhD, Habil) yetki vermiştir. O dönemde araştırma grubunda Hristiyan kökenli tarihsel kaynakları Dr. Máté Kitanics (PhD) ve Osmanlı kökenli tarihsel kaynakları da Erika Hancz (MA) araştırmıştır. Jeofizik nitelikli model oluşturmadan Dr. Péter Gyenizse (PhD, Habil) és Zita Bognár (Msc) sorumlu olmuştur. Araştırma TİKA’nın cömert yardımlarıyla mümkün hale gelmiş ve bu yardımlar nispeten küçük oranda da olsa Zigetvar Belediyesi ve Mecsekérc Zrt. tarafından da desteklenmiştir.
2014 yılında araştırma yeniden organize edilmiştir. Bu dönemde başlayan saha çalışmalarına yeni bir ekip hazırlanmıştır. Jeofizik araştırmalara Dr. Tamás Tóth (PhD) ve Zoltán Hámori (Msc) dâhil olmuştur. Türkiye tarafından da jeofizik araştırmalara danışman olarak Dr. Fetih Ahmed Yüksel (PhD) dahil olmuştur.
2015 yılında araştırmalar yoğun bir tempoyla devam etmiştir. Radar nitelikli ve başka jeofizik yöntemlerle araştırmalar yapılmış ve 2015 yılının Ekim Kasım aylarında Zigetvar Üzüm tepesinde arkeolojik kazı faaliyetleri sürmüştür. 2015 yılının 1 Eylülünden itibaren Macar Bilimler Akademisi Sosyal Bilimleri Araştırma Merkezi dâhilinde genel müdür profesör Dr. Pál Fodor’un idaresinde ve Dr. Norbert Pap yardımcılığında önemli devlet kaynakları aktarılarak bir OTKA araştırması başlatılmıştır. Bu dönemde Macaristan tarafından araştırmaya yeni araştırmacılar da katılmıştır: arkeolog Dr. Gyöngyi Kovács (PhD), jeolog arkeolog Dr. Pál Sümegi (Dsc), ve coğrafya uzmanı Gábor Szalai (Msc). Bu arada Prof. Ali Peker Uzay’ın yönetiminde Üzüm tepesinde süren saha kazı çalışmalarına inşaat uzmanı Meral Ögdeniz, Dr. Abdullah Deveci (PhD) ve Dr. Harun Yeni (PhD) de danışman olarak katılmışlardır.