Alper Yeşiltaş:  “ Boşlukta asılı pencere ve uçuşan tül perdesi “

 

Yazı da hayat gibi planlamaya pek gelmiyor. Satırlar aklımda inci gibi dizilmişken birden bir şey oluveriyor. Tasarlanan o sözcükler kanat takıp uçuyorlar. Bir bakmışım yerine başka cümleler taşıyan başka kuşlar konuvermişler…

Dokuzuncu bölgenin sokaklarını arşınlarken yine böyle oldu.

Hem yürüyor, hem de yazacağım yazıyı kafamda evirip çeviriyordum. Aklımın kuşları henüz Alper Yeşiltaş yazısının uzağından bile geçmiyordu. Telefonum bipledi. Bokreta sokağındaydım. Fotoğraf ekranıma düştüğünde kaç numaralı binanın önündeydim, onu bile söyleyebilirim. Ama bunun kime ne faydası olacak? Daha fazla gereksiz ayrıntıların gereksiz dehlizlerine sürüklemeyeyim kimseyi…

Heyhat hayat!

Kendini yazdıran bir yazı daha…

Alper Yeşiltaş. Bir fotoğraf sanatçısı

“ Boşlukta asılı pencere ve uçuşan tül perdesi”… Bu fotoğrafı nerede görsem tanırım.

“Gözüne far tutulmuş tavşanlık hali”m geçer geçmez bir köşeye sindim ve ekranıma düşen fotoğrafın altında yazanları okumaya başladım.

Macar basını fotoğraf sanatçısı Alper Yeşiltaş’la ilgili haber yapmış. Haber gerçekten de çok ilginç. Sanatçı odasından gözüken, karşı binanın penceresini on iki yıl süresince fotoğraflıyor. Bıkmadan, üşenmeden oniki yıl boyunca her ay deklanşöre basıyor.

Haberde Alper’in pencere serisinden on altı fotoğrafa yer verilmiş.

“Bak bak pencere işte” diyebileceğimiz durağanlığı usul usul konuşturuyor. Bazen bir rüzgâr, bazen bir gölge, bir renk, küçücük kıpırtılar…  Karelerdeki fısıltılar, finalde yerini gümbürtüye bırakıyor. Son fotoğrafta büyük bir vinç, toz, toprak, taş var ve artık pencere yok!

Kentsel dönüşümün tanığı

Alper Yeşiltaş karşı penceresi ile kentsel dönüşümün sanatını yapıyor. İnşaat tozunun dumanının arasından sıyrılarak bana kadar ulaşan kareler, sanki  “umut her zaman var”ın anlatımı. İstanbul’da taş üstüne taş kalmıyor, bundan da sanat çıkıyor… Birkaç saat önce ne çok üzülmüştüm. Savaşta arkeolojik mevkiler bombalanıyormuş. Şimdi gözümün önündeki fotoğraflara bakarken sanatı yok etmeye kimsenin gücünün yetmeyeceğini biliyorum.

Jeopolitik konumlar, ekonomik durumlar, büyük ve küçük devletlerin hesapları… Hepsi değişir. İnsan hakları, barış gibi evrensel doğrular ise değişmez. Bu değerlere tutunarak her zaman yanılgıdan uzak durmak mümkün. Oysa ki; savaşın aleyhine konuşmanın yasak olduğu bir zamandayız. Daha yeni “savaş bir halk sağlığı sorunudur” dedikleri için Tabipler Birliği yöneticilerini gözaltına aldılar. Barıştan konuşamıyoruz. Ohal var öyle mi? Ohalde sanattan konuşuruz. Ruhumuza iyi geleceği kesin.

Alper Yeşiltaş’la konuşmanın Türkinfo röportajına dönüşümü

–              Alper Merhaba.  Şimdi fotoğrafların karşımda. Macar basınındasın.

–              Selamlar, Sunahan Hanım nasılsınız?

–              Teşekkür. Femina.hu haber yapmış. Bugünün sürprizi sen oldun.

–              Evet son dört gündür bayağı paylaşıldı, boredpanda.com internet sitesinde yazdığım hikaye. Takip edebildiğim kadarıyla bayağı çok ülkede konuşuldu. Bana bazı gazeteler mail atıp sorular sordular.

–              Hangileri?

–              Ispanya’daki LaMais. Yine Xataka.com diye büyük bir medya portalı, İspanya’dan… Avusturya’daki eikon magazine fotoğraflarımı basmak istedi. Bu arada Türkiye’de  onedio.com ve acun Ilıcalı’nın sitesi acunn.com paylaştı ve daha bir çoğu

–              Geç kaldık desene… Ama ben senin meşhur olacağını biliyordum…

–              Ahahah çok teşekkür ederim. Bunu meşhur olmak değil de yapılan işlerin değer görmesi olarak algıladım. O kısmı beni sevindirdi. İnsanların vakit ayırıp uzun uzun yorumlar yazmaları beni etkiledi. Daha büyük şeyler yapmak konusunda güç verdi.

–              Nasıl yorumlar geliyor?

Genellikle “cansız bir nesne ile bağ kurduğuma şaşırdım” diyorlar. Başta ciddiye almadıklarını fakat sonra durumu fark ettiklerini ve etkilendiklerini söyleyenler oldu… Yabancı mecralarda genellikle daha ayrıntılı eseri değerlendiren yorumlar geliyor

– Biraz olaydan bahsetsene, pencere fotoğrafların nasıl bilinir olmaya başladı? Hem belki bu yazışmayı Türkinfo’ya yazarım.. Pencereler takıntı mı? Haydi takıntı demeyelim de, araştırmacı ruhunun tezahürü diyelim… pek kötü bir durum değil galiba…

-Ahahah evet hiç kötü değil bence. Pencereler iki kez kitap kapağı oldu. Specific magazin isimli bir fotoğraf dergisinde benim on kadar fotoğrafım sergilenmişti, sonra tüm sayılardan en iyi fotoğrafları sergiledikleri bir sergi yaptılar. Marmara Pera otelindeki bu sergide bu pencere fotoğraflarından birisi de orada yer aldı.

-Sen fotoğraf çekmek yerine fotoğraf yapmışsın. Renkleri ile, boşlukta konumlandırılışı ile birinin yek diğerini takibi ile tamamen senin gözünün yaptığını izliyoruz. Bu nedenle sadece pencere veya sadece fotoğraf değil. Kör göze bile “sanat bu!” dedirtiyor.

-Öyle mi düşünüyorsunuz, çok teşekkür ediyorum. Vallahi biraz da pencereyle birlikte yaşlanma durumu var bence. Farklı halleri görme yakalama. Farkında olmak için biraz süre geçiyor.

-Alper birkaç da teknik soru… Makine? Renkler, filtreler?

-Çok teşekkür ediyorum, benim için de insanların tepkileri çok anlamlı ve öğretici oldu. Bunu bir başlangıç gibi algıladım. Cevaplara geçeyim:

Bu serideki makineler birden çok. Kodak’ın bir makinesi , bir pentax, bir canon son foto ise ipad ile

1920’lerde sinemada siyah beyazdan renkliye geçilirken technicolor diye bir firma two strips diye bir teknik buluyor, kırmızı ve mavi filtrelerle renkli görüntü oluşturuyorlar. Ben ona öykünüyorum aslında. Çok hoşuma gidiyor çünkü.

–      Kullandığın programlar? Sırsa söyleme tabii..

–      Yok canım ne sırrı… adobe lightroom ile editliyorum sadece. Bu programla zaten fotoğrafla ilgili her şey yapılabiliyor.

–      Bu arada seninkiler şahane ama eşininkiler de yabana atılır gibi değil. Duygu özellikle senin portrelerde bir numero) En kısa zamanda  senle Duygu’yu ve fotoğraflarını Peşte’de görmek dileğiyle, ikinize de selamlar sevgiler.

Tam dokuz saat sonra yanıt geldi:

-Sizinle yazışırken uyuyakalmışım özür dilerim! Bizden de sevgiler, selamlar, görüşmek üzereJ)

Alper Yeşiltaş röportajı bu kadar. Gelelim bu yazının “ve” kısmına…

Ve… Düğünden Budapeşte’ye uzanan dostluk

Alper’in odası karşı evin penceresine bakıyordu. Bu pek de matah sayılmayacak manzara on iki yıl boyunca Alper’e eşlik etti. Sadece tek bir açıdan bakabildiği yeknesak resimden koca bir serüven çıkacağını bilmeden deklanşörüne bastı. İnatla sürdürdü pencerenin fotoğrafını çekmeyi. Durağan pencereye kimi gün bir gölge düştü kimi gün kar yağdı. Bazan rüzgârda perdesi salındı. Bazen vizörden baktığında pencerede kendi karartısını buldu. Kendi deyişi ile düşünmeden öylece çekti pencerenin fotoğrafını… 12 yıl sonra bir gün kentsel dönüşüm karşı penceresini yerle bir ederken son kez fotoğrafladı. İnternette ilk pencere fotoğrafının yayınlamasıyla birlikte artık önünde bambaşka bir pencere açılmıştı… Alper sıkıcı bir pencere manzarasını nasıl bir görsel şölene çevirdiyse, bizim dostluğumuz da benzer bir seyir izledi. Merak edenler olacaktır. Anlatayım:

Düğünde tanıdım.

Göbek, halay, kasap havası benden uzak dursun. Damat da gelin de meslektaşım. O nedenle düğüncülüğüm.

Organizasyonu yapanlar ortak paydası hukuk olanları bir araya toplamayı münasip bulmuşlar. Malum böyle günlerde davetlileri öbekler haline getiren bir tutkala ihtiyaç duyuluyor. Ikimiz de avukat olduğumuz için aynı masaya oturtulmuşuz. Ayhan Işık yakışıklılığındaki bu genç adamla o gece üç beş kelam ettik.

Düğünden evveli de var aslında…

O da şöyle: Bir gün ticaret sicil ile ilgili hukuki bir bilgiye ihtiyaç duymuştum… Bilse bilse bunu Alper bilir dediler. Ticaret odasının avukatlığını yapıyormuş. Bilgiyi almış, sesini duymuş ve olayın taa bu yazıya kadar varabileceği hayal dahi edemeden telefonu kapatmıştım…

Ama asıl Alper’i tanımam üç günlüğüne Budapeşte’ye geldiğindeydi…

Peşte’deki son gününde eşi ile birlikte ziyaretime gelmişlerdi. Beraberce Budapeşte’de çektiği fotoğraflara bakmıştık. Onun gözüyle Özgürlük Köprüsü hatta oturduğum evin avlusu bile bambaşkaydı. Peşte’yi ve baktığı her yeri Alperce gördüğünü anlamıştım. Ziyaretlerinin anısı gözümün önünde, hatta masamın üzerinde.  “Peşte’de Sunahan’ın avlusu”: isminden de anlaşılacağı üzere, benim için çok özel. Ama Alper Yeşiltaş’ın diğer fotoğraflarını da çok seviyorum.

Bitti.

Sunahan Develioğlu – Türkinfo 

 

Fotoğraflar eser sahibinin izni alınmadan ve ismi belirtilmeden kullanılamaz!